11 Nisan 2020 Cumartesi

ÖĞRETMENİN SİHİRLİ ELİ

ÖĞRETMENİN SİHİRLİ ELİ
Esen TV’de ayda bir Tarih ve Nostalji programını hazırlayan eğitimci-yazar Haşim ALBAYRAK’ın bu ayki konuk konuşmacısı Altın Bilezik kitabı yazarı Erol DEMİR oldu. İki eğitimci, ülkemizde mesleki eğitim ve gençlerin geleceğini konuştu. Haşim Bey konuşmasına; Osmanlıdan günümüze mesleki eğitim ve okulların kısa bir özetini yaparak başladı. Kendi öğrenciliği döneminde akraba çocuklarıyla başladığı lisenin birinci sınıfında başarısız olduklarından, babaları okuldan alarak her birini farklı ustaların yanına çırak olarak vermiş. O zamanın çalışma şartlarının daha ağır olduğunu, buna rağmen onların hepsinin meslek sahibi olduklarını, kendisinin ise inşaat demirci ustası yanında çalışmaya devam ederken Gülbin öğretmeninin gördüğünü ve kendisini ısrarla tekrar sınavlara girerek okula devam etmeye ikna ettiğini söyledi. Hatta öğretmeniyle aralarında onun maaşından fazla kazancı olduğu için okumaya gerek duymadığını söylediğini, öğretmenin ise “olsun sen diplomanı al yine istersen çalışmaya devam edersin” diyerek kendisini okula devamını sağladığını anlattı. Bunun gibi öğrencisinin hayatına dokunarak elinden tutan olumlu değişimlere sebep olan çok sayıda öğretmenin olduğuna şahit olduğunu, bu anısından hareketle meslek yaşamı boyunca kendisinin de öğrencilerine sürekli rehberlik etmeyi ve hayatlarına değer katıp değiştirmeyi ilke edindiğini anlattı.
Programın devamında, mesleki eğitim alanında İstanbul’da uzun yıllar görev yapan konuk konuşmacının yazdığı Altın Bilezik adlı kitabı, Kemalettin Tuğcu’nun çocuk hikâyesi Altın Bilezik’ ten sonra yazılmış faydalı bu kitaptan bahsetmeden önce konuk yazar Erol DEMİR’e söz vererek kendisini kısaca tanıtmasını istedi. Çalışma yaşamı ve mesleki eğitim geçmişinden bahseden konuşmacı, ülkemizin en önemli meselesi eğitim-öğretim, özelde ise mesleki eğitimdir.  Evlerde sürekli hangi liseye gitmeli, hangi üniversiteyi ve hangi mesleği seçmeli diye güncel bir tartışma konusu olduğu, programın böyle güncel ve hayati bir konuya değindiği için seyredenler açısından daha önemli olduğunu belirtti. Eğitime devamın ve kademeler arası geçişin karar verme aşamasına gelindiğinde ağırlıklı olarak eğitim daha çok tartışılmaktadır.
Tüm liselere merkezi sistem sınavıyla öğrenci yerleştirilmesi uygulamasından vazgeçilerek yeni bir sisteme geçtik. Geçen yıllarda daha çok meslek liselerine, fen liselerini Anadolu liselerini çok talep edilen diğer okulları kazanamayan çocuklarımız gitmek durumundaydı. TEOG kaldırılıp yeni LGS sistemine geçilince öğrencilerin çoğunluğu mahallinden adresle öğrenci alan Anadolu liselerinde okumak istiyorlar. Dolayısıyla meslek eğitimini daha çok anlatmamız lazım. Diplomalara sahip olmadan hayata atılmadan karşılaşacakları tabloyu anlatmamız lazım. Çünkü iyi bir liseye kapağı attın, üniversite garanti değil. İyi bir üniversiteyi kazandın, hayat garanti değil. İyi bir diploma, iyi para, iyi bir iş ve mutlu bir hayat değil. Makam, mevki, unvan, oda, araba ve sekreter kimse kimseye bağışlamıyor. İşyerinde sizden beklenen şeyler var, çözüm sunmanızı, üretime katkıda bulunmanızı bekleyecekler. Bunlar, severek yapabileceğimiz başarılı olacağımız iyi bir meslekte çalışarak, hak ederek ve eğitim sırasında donanımlar ve yetenekler kazanarak gerçekleşebilecek şeylerdir. Bizim çocuklara bazı şeyleri şimdiden yaşatmamız lazım. Altın Bilezik kitabımda, çocukların mesleği seçerken önce kendilerini tanımaları gerektiğini, çocuklara bu konuda fırsat tanınması gerektiğini anlatıyorum. Bu dönemde anne-babalara ve öğretmenlere önemli görevler düşmektedir.
Kalkınmakta ve gelişmekte olan bir ülkeyiz. Bizim 2023 Eğitim Vizyonumuzda hedeflerimiz var. Yerli ve milli projelerimiz var, ne diyoruz, biz dışarıdan alıcı değil satan bir pozisyonda olacağız. Bunları yapabilmek için bizim nitelikli elemanlara ihtiyacımız var.  Sadece bilen değil üretebilen-yapabilen insanlara ihtiyacımız var. Dolayısıyla bu kitap hem öğretmen hem öğrenci hem de sektördeki esnaf sanatkârlara ve meslek sahiplerine belli bir bakış açısı kazandırmayı hedefliyor.
Bu kitabı baskıya vermeden önce bu saydığımız tarafları temsil eden yetkililer incelediler. Sanayi ve Teknoloji Bakan Yardımcımız kendisini buradan saygıyla selamlıyorum. Hasan Büyükdede, kendisi aynı zamanda ülkemiz sanayisinin duayenlerindendir. İstanbul Ticaret Odası (İTO) dünyanın en büyük esnaf örgütü başkanı Şekip Avdagiç Bey yine Esnaf Odalar Birliği (İSTESOB) başkanımız Sayın Faik Faik Yılmaz Bey ve yine en büyük sektörel dernek MÜSİAD başkanı Abdurrahman Kaan beye, Marmara Üniversitesi Mekatronik Bölümü Başkanı Profesör Doktor Nihat Akkuş Bey’e lütfen kitabımı okuyunuz, inceletiniz uygun görürseniz bu kitap hakkında düşüncelerinizi eleştirilerinizi benimle paylaşırsanız kitapta da yer vermek isterim dedim. Onlar da kabul edip kitap hakkında; öğrenciye veliye öğretmene ve sektör temsilcileri de faydalı olacağını, ülkemizde yeni bir bilinç kazandıracağını beyan ettiler, düşüncelerini paylaştılar ve kendilerine teşekkür ederek fikirleri kitapta hiç değiştirmeden takdim yazısı oldu.
Ülkemizde gözardı edilemeyecek sayıda genç, mezun olduğu ve eğitim aldığı alanların dışında çalıştığını görüyoruz. Bakıyorsunuz çocuklar üniversiteyi kazanıyor birinci ikinci sınıfı okurken mutsuz oluyor, diyor ki ben bu işi yapmayacağım ben bu mesleği yapmayacağım öyleyse yeniden sınava girip yeniden bölüm değiştirmeye çalışıyor. Ya da aldığı diploma ile sektörde çalışmıyor, çalışamıyor, hangi işi bulduysa hangi işte daha çok para kazanacağını düşünüyorsa o sektörde çalışmaya başlıyor.
Tüm insanlarda Allah’ın verdiği farklı yetenekleri var farklı mizaç tipleri var. Bunlar bugün psikologlar tarafından anketlerle belirlenebiliyor yani çocuğa meslek seçimi aşamasında okul seçimi aşamasında bir anket uygulandığı zaman bu çocuğun hangi meslekte başarılı olabileceği ve mutlu olabileceği insanları da mutlu edebileceği belirlenebiliyor. İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü ve Nişantaşı Üniversitesi ortak bir çalışma yaparak son sınıf öğrencilerine uyguladığı anketle mesleki eğilimlerini belirleyerek kendilerine geribildirim yapıyorlar.
Farklı bir çalışmayı T3 Vakfı çocukların en yetenekli olanları seçerek atölyelere çağırdılar ellerine alet edevat makine verdiler ve çocukları teknolojiyle tanıştırdılar. Türk çocukları çok zeki imkân verildiği zaman çok başarılı oluyorlar. Ama bizde de babadan kalma bir alışkanlık var devlet kapısı olsun, garanti iş olsun. Biz çoğu zaman yeni bir şey üretelim çalışalım girişim yapalım yerine bizi işe alsınlar istiyoruz. Günümüzde bakanların milletvekillerinin en büyük sıkıntıları, herkes elinde bir kağıt aman benim çocuğumu işe alın veya benim çocuğumu bir üst makama getirin talepleridir. Öğretmenlik ihtiyacından fazla öğretmen yetiştirildi, öğretmen olamayan mecburen çalışmak zorunda ilk yapabildiği kendine uygun olan bir başka mesleğe geçen çok sayıda öğretmen biliyorum.
Çocuklar üniversiteyi kazanana kadar ortaokul seviyesinden başlayarak ilave kurslara gidiyorlar, özel dersler alıyorlar, sınavları kazanarak bir üst eğitim kurumuna girmeye çalışıyorlar. Mezun olup diplomalara sahip olduktan sonra gerçek iş hayatının gerçekleriyle yüzleşiyorlar. Bu sefer işe girebilmek ve emsallerini geçmek için bir yarış içerisine giriyorlar. Birçoğu da kamu personeli seçme sınavı için hazırlık kurslarına gidiyorlar yeniden başa dönüp öğrenci gibi tek sebebi arkadaşlarından daha çok puan alıp işe bir an önce daha çabuk girebilmek. Dünyada kabul edilmiş çalışan ihtiyaçlar piramiti var. En yukarıda beyaz yakalılar ortada nitelikli üretken eleman var en altta da kas gücüyle çalışan insanlar. Bugün Milli Eğitim Bakanımız da söylüyor herkesin üniversite okuması gerekmiyor.  Bir an önce hayata atılabilecek yani lise düzeyinde ya da liseden sonra kısa kurslarla edinilebilecek çok sayıda meslek var.
Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda tasarım beceri atölyeleri (TBA) kuruyor ve yaygınlaştırmaya çalışıyor. Bu beceri tasarım atölyelerinde bir şeyi becermenin, bir işi yapmanın bir şeyi onarmanın, ortaya bir ürün çıkarmanın zevkini tattırabilirsiniz. Öğrencileri, doğrudan mesleği icra eden insanların gerçek iş ortamında onları üçerli dörderli beşerli gruplar ziyaret ettirebilirsiniz. Çocukları, meslek sahipleriyle bir arada olup iş ortamını gözlemleme yaşama fırsatı verirseniz meslek sevgisini kazanabilirler zaten insanların doğasında bu var. Allahu Teâla, her insana birçok yetenek vermiştir. Kimi insan iyi resim çizer, müzik aletini iyi çalar, bazıları bedensel olarak bir şey yapmaya çalışır, bazıları insanlarla iyi iletişim kurar, bazıları yemek yapmayı sever ve daha iyi becerebilir.
Eskiden olduğu gibi meslek seçiminin dokuzuncu sınıfta olması MEB Eğitim Vizyonunda yer almıştır. Okul atölyelerinin yeterli yetersiz tartışmasına girmeden staj son sınıfa kadar bekletilmeden onuncu sınıfta ve işbaşında yapılmalıdır. Çünkü ülkemizin her yerinde meslek liselerinde atölyeler aynı donanıma sahip değildir. Okullarımızın atölyesini de sektörün fabrikası ile sektörün işletmeleri ile yarıştırabilecek durumda değiliz. Bunun için çocuklara dokuzuncu sınıfta mesleği seçtirelim, okulun atölyelerinde belli deneyimleri yaşama fırsatı tanıyalım. En önemlisi de onuncu sınıftan itibaren bir gün, onbirinci sınıfta iki gün, onikinci sınıfta ise üç ya da dört gün gerçek iş ortamında gerçek üretim yapan ustalardan da aynı usta-çırak ilişkisiyle mesleği öğrenme imkânı tanınmasını öneriyorum.  Meslek eğitimini biraz daha keyifli hale getirmemiz gerekiyor. Gençlerin psikolojisini anlamamız lazım. Çocukların içinde bulunduğu durumu anlamalı, müfredatı biraz daha kolaylaştırılarak ders sayısı ve çeşitliliği azaltılmalıdır. Haftanın bir günü sosyal kültürel sportif etkinliklere yönlendirilmesi gerekiyor. Bir kaç saat müzik ya da beden eğitimi dersi artık gençlere yeterli gelmiyor.  Bunun için belediyelerin, kamu kurum ve kuruluşlarının imkânlarından, müzelerden, güzel sanatlarda sinema salonlarından ve özel kurslardan faydalanılabilir.
Çocuklar, ders yükünün altında bunalıyor ve devamsızlık, okulda disiplin sorunları, sınıf tekrarına kalma, başarısız olmalar hatta okulu terk etme noktasına kadar gidiyor. Bir çocuğun bir öğrencinin öncelikle hayalinde bir meslek oluşması lazımdır.  Öğrencilerin meslek seçimi aşamasında onlara meslek sahibi olmanın önemini ve değerini hiçbir zaman kaybetmeyeceğini ispatlayan kitabımı ailelerin öğretmenlerin ve öğrencilerin okumalarını tavsiye ediyorum. Devlet olarak en üst düzeyde ve Milli Eğitim Bakanlığının da son birkaç yıldır mesleki eğitim çok yoğun gündeminde ve değişim içerisinde yenilik içerisinde öğrencilerin hayata gecikerek değil daha erken yaşlarda başlaması lazım.
Her gencin mutlaka severek öğrenebileceği ve yapabileceği bir meslek mutlaka vardır. Bize düşen o mesleği tercih aşamasında doğru eğitimle bulmalı sonra da bu meslekle çocuğu tanıştırmak ve ona bu imkân sağlamak gerekiyor. Ayrıca meslek liselerini de daha cazip hale getirmek lazım. Hani bir havuç deniyor onu göstermek lazım. Çocuk son sınıfta meslek lisesinde okuyor ya da bir akrabası meslek lisesini okuyorsa son sınıftaki öğrencilerin diploma almaktan öte kolayca iş bulabildiği zaman veya daha mezun olmadan işverenle tanışma iş hayatı ile buluşma imkânı sağlandığını gördüğünde zaten sizin meslek liselerine yönlendirme yapmanıza gerek kalmayacaktır. Eskiden bizim çocukluğumuzda gençliğimizde olduğu gibi daha çok tercih edilen ve daha çok talep gören okullar haline gelecektir.
Milli Eğitim Bakanlığı, sürekli okul yapmak zorunda kalıyor. Çünkü genç nüfusumuz fazla. Ben diyorum ki yeniden okul yapmayalım. Biz çocukları iş başında eğitmeye yetiştirmeye ve meslek öğretmeye çalışalım. Almanların yaptığı dual sistem gibi iş başında eğitmeye çalışalım. Okulda fazla bekletmeyelim. Çocukların eğitimde yarı hayatını okulda geçirsin yani meslek eğitimi kısmını ağırlıkla iş başında geçirsin. Bu sayede meslek sevgisi, meslek aşkı çocukların içine girsin diye bir iddiamız var.  Sevgili gençler! İş arayan değil aranan eleman olmak için meslek altın bileziktir. Herkesin mutlaka bu dünyada başarılı olacağı mutlu olacağı bir mesleği vardır. Mesleksiz insan olmaz hepiniz seveceğiniz bir mesleği belirleyin ve o meslekte hayatboyu öğrenme prensibi ile sürekli kendinizi yenileyin. Göreceksiniz ki el üstünde tutulan, önemli, sevilen, sayılan ve toplumda da insanlara faydası dokunan bir insan olarak mutlu olacaksınız. Mesleğiniz geleceğiniz ve hayatınızdır.

YENİ NESLİN EĞİTİM MODELİ

YENİ NESLİN EĞİTİM MODELİ
Günümüz çocukları konuşmalarına, davranışlarına, hayal ve taleplerine bakarak çeşitli sıfatlar ve kuşaklar ismiyle tanımlanmaya çalışılmaktadır. Onlar doğal olarak büyüdükleri ve sahip oldukları teknolojik aletleri hepimizden iyi kullanmaktadırlar. Dijital yerliler olarak kabul edilen “Z” kuşağı için iyi bir eğitim, yaratıcı/öznel, bireysel ve empatik anlayış,  bilgiye ilk elden çabuk erişim sağlayan ve ifade özgürlüğüne imkân veren kendileri çalışmak yerine robotları kontrol ederek daha rahat yaşayacakları bir dünya oluşturmaya imkân sağlamalıdır. Onların öğrenme hızına yetişemeyeceğimiz ve gelecekte ihtiyaçları olacak herşeyi öğretemeyeceğimiz için onlara öğrenmeyi öğretmeye başladık. Onları geleceğin teknolojik dünyasına hazırlarken bizi de geçip dijital ortama öylesine alıştılar ki bağımlı olduklarından yakınır olduk.
Sadece onlar mı? Aslında hepimiz dijital vatandaş olmadık mı? Hayatımızın her alanına giren cep telefonu ve internet bağlantı imkanlarıyla e-okul, e-devlet, internet bankacılığı başta olmak üzere birçok işimizi tuşlarla halletmiyor muyuz? E-ticaretin imkanlarıyla, hangi ürün daha kaliteli ve ekonomik, bir kaç tuşla ayağımıza geliveriyor.  Birçok konuda internet tabanlı hizmetleri kullanmak isteğe bağlı değil zorunlu hale gelmeye başladı.  Dijital bir dünya amaç değil araçtır. İnsan ile teknolojinin bütünleştirilmesi için eğitim yönetimlerinin öğrenci-öğretmen en iyi eşleştirmeyi dijital ortamda gerçekleştirecek bireysel eğitim ortamları/ekosistemleri sağlanması isteniyor.
Artık makine ve bilgisayar gücünün ötesine geçilerek beyinlerin yapay zekâyla birleştirilmesi akıl teri akıtarak yapılan karanlık fabrikalarda insanların yerine akıllı robotların çalıştığı uygulamaları daha sık duymaya başladık. Hatta büyük bir fabrika kapısında bir bekçi köpeği ve onu doyuracak bir insan olacağı, köpeğin bu insanı fabrikadaki robotlara yaklaştırmama görevi yapacağı ironisi bile yapılmaktadır.
İnsan ve insanlık için teknoloji geliştiren, insani değerleri unutmadan ve aileyi yok saymadan, toplumsal ihtiyaçlar haritasını ve ülkemiz insanının kendine has özelliklerini dikkate alan bir anlayışla eğitime yön verilmelidir. Okul öncesi eğitime katılmış, ailede iyi yetişmiş bir çocuk, sorumluluklarını bilerek, toplumsal uyum ve nezaketiyle büyüyerek, okulda alacağı ve geleceğinde kullanabileceği yeterliliklerle ailesinin de gelişime ayak uydurmasına katkı sağlayabilir. Daha önce beşikten başlatılan eğitim günümüzde anne karnından hayatboyu öğrenim sloganıyla anlatılmaktadır. Çocukla anne karnında üçüncü bir kişi iletişim kuramayacağını düşünürsek anneleri daha bu çağa gelmeden ve aile yuvasını kurmadan en iyi şekilde eğitmeliyiz. Çocuk eğitimli bir kucakta ilk derslerini almalıdır.
Ülkemiz için zorunlu oniki yıllık eğitimde tasarım beceri atölyeleri başta olmak üzere birçok konuda deneyimlemelerden sonra üniversite bitimine kadar sürecin bir yerinde iş hayatını tanımaları ve ortamında belli sürelerde bulunmaları tercihlerinin şekillenmesi ve isabetli olmasına katkı sağlayabilir. Öte yandan iş dünyasının endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm için bu konuda eğitimli gençlere ihtiyacı bulunmaktadır. Okulların teknolojik altyapısı gelişip güçlendikçe fabrika okul modelinden öğretmenlerin geleceğin kişisel öğrenme yolculuğunu kurgulayabilmesiyle sadece sınıfta eğitim engeli aşılması mümkün olabilecektir. Buradan akıllı tahtalar ve tabletler vazgeçilmez mutlak ihtiyaçtır, aksi halde kaliteli eğitim verilemez sonucu çıkarılamaz. Gelişmiş dünya ülkelerinde de böyle bir durum söz konusu değildir.
Düşünün ki, anaokulunun kapısına geldiniz ve sizi bir robot öğretmen karşıladı, çocuğunuzu teslim aldı ve gün boyu onunla eğitici çalışmalar yaptı ve günün sonunda kapıda size teslim etti. Ses ve yüz tanıma özelliklerine sahip robotlar öğrencinin öğrenme modeline, hızına ve ihtiyaçlarına hatta anlık psikolojik durumlarına göre eğitimi bireysel planlayarak çocuğunuza sunabilirler. Alın size birebir ilgi, özel öğretmen ve özel eğitim. Bu arada ortaya çıkacak hukuki sıkıntıları hesap verebilirliği hiç bahsetmiyorum. Günümüzde ihtiyaç duyulan öğrenmelerin birçoğu informal olarak okul dışında gerçekleşebiliyor. Bu gelişmeler ve gidişat ışığında öğretmen ne yapacak diyebilirsiniz. Öğrenme yolculuğunda bireylere rehberlik ve koçluk yapabilir, yazılım ve içerik hazırlayabilir, eğitim yazılım ve programlamaları ile izleme değerlendirme yapabilirler. Burada gözden kaçırılan nokta bireyin eğitim boyutu yani sosyal hayata sağlıklı katılımı yanında birebir aktarılabilen beceri kazandırmanın gelecekte devam edeceğidir.
Eğitim, okul ve öğrenci deyince nedense akla ilk sınavlar geliyor. Sınav sistemlerine çok iyi hazırlanabilen neredeyse her türlü soruyu çözmeye başlayan bir milyonu aşan çocukların sıralanması için her yıl yeni konular ekleniyor ve sorular zorlaştırılıyor. Öğrenciler üzerindeki stresi ve ailelere yansımasını azaltmanın yollarını bulmamız ve eğitimi soruları çözme becerisi yerine yorum yapabilme ve sorunları çözmeye dönüştürmemiz gerekiyor. okulda alınan eğitim ne kadar kaliteli de olsa velilerin önemli bir kısmı sınavlar yüzünden ek kaynak ve destekler gerektiğini düşünüyor. Bu durum ilave ekonomik harcamaların yanında çocukların sosyal hayata dahil olarak çocukluk çağlarını gereği gibi yaşayabilmelerine imkan vermemektedir. Sahip olduğumuz dijital altyapıya dayalı oluşacak büyük veriyi kullanarak oniki yılın sonunda biriken kişisel sonuçlara dayalı ölçme değerlendirme ve yerleştirmeye sahip olmalı ve sınavların olumsuz etkilerinden çocuk ve gençleri kurtarmalıyız.
Başta PISA sonuçlarına dayalı yazılan raporlarda tüm dünyada eğitim fırsatlarının ve iyi öğretmenlerin zengin yerleşim yerlerinde yoğunlaştığı ve adaletsizliklere yol açtığı iddia edilmektedir. Gerçekten de öğretmenler, öğrencilerinin özelliklerini en iyi bilen ve onlara en uygun eğitimi kurgulayabilecek profesyonel aktörlerdir. Üniversiteye tercih ve yerleşmede gençlerin kişisel özellik, yetenek ve hayallerini dikkate almadan sadece kazanılmış puanlar ve ekonomik koşullarla verilen kararlar sonrasında pişmanlık, yeniden sınavlara girme, okulu terk ve mezuniyeti dışında çalışmak gibi sonuçlara yol açmaktadır. Öğretmenleri dijital asistanlık yeterliliğine ulaştırmalı ve tüm öğrencilere mentör, koç ve rehberlik yaparak hayat yolculuğuna sağlıklı hazırlamalıyız.
Okulu, sınıfı, eğitim ortamlarını daha zevkli hale getirebilmeli içerikleri belki de daha fazla oyunlaştırmalıyız. Çocukları ve gençleri dinleyerek onlara rağmen değil birlikte istekle öğrenebilecekleri süreç ve uygulamaları teknolojiyi gerektiği yerde doğru ve etkili kullanmalarına fırsat tanımalıyız. Teknolojiden ve etkilerinden korunmaya çalışmak yerine bilinçli kullanılarak azami faydaya ulaşmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Biz sahip olduğumuz geçmişimiz, tarihi ve kültürel değerlerimizle yeni yüzyıla ahlaki bir anlayış ve aile bağlarımızı güçlendirecek bir nesil yetiştirebiliriz. Çocuklarımıza para değil değer kazanma ve  değer katma yaklaşımıyla mutlu olan ve mutluluk katan, huzurlu yaşamak için rekabetin değil dayanışmanın, adil ve ahlaki olmanın gerektiğini kavratabilmeliyiz. Aksi halde varlıklı aile çocuklarının, sahip oldukları teknolojik imkanlarla, daha sağlıklı, uzun ömürlü ve ayrıcalıklı olarak yetişmesine ve toplumsal farkların derinleşmesine sonuçta diğerleri için yaşanabilir olmaktan uzaklaşmaya doğru gidilebilir. Eğitimdeki dijital dönüşümü, insan merkezli modern bir eğitim fırsatına çevirebiliriz. Eğitimin amacını; çift kanatlı, aklı-kalbi-zevki selim insan olma yolculuğu görüp bilgi ve beceri yanında dokunarak hissederek duygu, his ve karakter oluşması olduğunu unutmadan insandan insana yüzyüze eğitimi model alarak emsalleriyle birlikte etkileşimle sosyalleşerek yapılması çağlardır değişmeyen insan ihtiyacıdır.
MEB, son yıllarda oluşturduğu teknolojik altyapıyı yaygınlaştırmaya ve güçlendirmeye devam etmektedir. Diğer yandan EBA gibi eğitim içeriklerini ülkenin her köşesinden ulaşılabilir kılarak herkesin eşit şartlarda öğrenme yolculuğu gerçekleştirebilmesine çalışmaktadır. Bunun yolu başta öğretmenler olmak üzere eğitimle başarılı olunacağına inançla çalışmak ve değişimi/yenilikleri desteklemekten geçiyor. Öğrenciye öğrettiği “öğrenmeyi öğrenmek” felsefesiyle öğretmenler kendisini dijital teknolojiyle eğitim yapabilme düzeyine eriştirebilmelidir.
Geleceğin tüm öngörülerle beraber her zaman bir belirsizlik barındırdığını unutmadan meslek tabanlı eğitim yanında, çok yönlü yetenek ve yetkinlikleri kazandıran bir yöne doğru değiştirmek zorundayız. Bir yanda yakın zaman bugünün mesleğini yaparken ortaya çıkabilecek yeniliklere hayatboyu öğrenme yaklaşımıyla uyum sağlayabilen bireyler yetiştirmeliyiz. Her insanın yaradılıştan sahip olduğu tespit edilebilecek ve geliştirilebilecek bir yeteneği mutlaka vardır. Mühim olan bunun erken yaşlarda keşfedilebilmesi ve eğitim geleceğinin bu doğrultuda sürdürebilmesine imkân sağlanmasıdır. Onbin saat kuralıyla çok çalışılması halinde becerilerin kazanılması ve geliştirilerek ustalaşılması da mümkün olduğu kabul edilmektedir. Teknoloji ve insan odaklı eğitim felsefesi oluşturarak TİNK adıyla okullaştıran; TinkSmart, Tersyüz Eğitim, Uygulamalı Eğitim, Akran Öğrenimi, Proje Tabanlı Öğrenme ve Gerçek Hayat Deneyimi modellerini özel şekilde harmanlayarak oluşturduğu müfredatla eğitim veren başarılı okulun hikayesinin detaylarını projenin mimarı Zeynep Dereli’nin kaleminden “Dijital Yerliler” kitabında okuyabilirsiniz.
Meslek seçiminde anne-babaların kendi mesleklerini çocuklarına dayatmaya çalışmalarını veli zorbalığı olarak isimlendirmek ilk anda garip gelebilir. Ancak meslek seçimi gibi insanın gelecekte yapacağı, yaşayacağı, hayatını şekillendireceği hayati öneme sahip kararda çocuğun yaradılış özelliklerini, aldığı eğitimi ve hayallerini dikkate almadan yapılması sonucunda mutsuz sonuçlara sebep olabilmektedir. Unutmayalım ki çocuklar bizim malımız değildir. Onları korku, baskı ve psikolojik olumsuz etkilerden uzak yetiştirmeliyiz.  Bununla birlikte bilimsel yöntemler kullanarak yapılacak testler, görüşmeler, deneyimlere ebeveynlerin değerli deneyimlerinin katılarak değerlendirilmesi söz konusu olabilir.
(*) Bu yazı Zeynep Dereli’ nin Dijital Yerliler (Hümanist Kitap Yayıncılık) isimli kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

ÖNCE EĞİTİM SONRA KALKINMA

ÖNCE EĞİTİM SONRA KALKINMA
İktisadi Kalkınma, bir ülkenin üretim yapısını yüksek katma değerli ürünler üretecek şekilde dönüştürmesi ve gelirin adaletli bir şekilde dağıtımı ve yaşam standartlarının yükseltilmesi olarak tanımlanabilir. Bu tanım doğrultusunda kalkınmanın amaçları şöyle sıralanabilir (1);
Üretim ve teknoloji boyutu; Daha yüksek katma değerli ürünler üretmek,
İnsani boyutu; Yaşam standartlarını yükseltmek,
İstihdam boyutu; İstihdam olanaklarını arttırmak ve çalışma koşullarını iyileştirmek,
Çevre boyutu; Çevreye en az zararı vermek,
Hâkimiyet boyutu; Toplumlarla yarışta önde yer almak,
Özgürlük boyutu; İktisadi, siyasi, sosyal ve uluslararası ilişkiler bağlamında özgürlük düzeyini yükseltmektir.
Kalkınmanın tanımında yer alan yaşam standartlarının yükseltilmesinden maksadın insanların refah yani bolluk ve rahatlık içinde yaşamak olduğu anlaşılmaktadır. Bir ülkede tüm altyapının, fiziki imkânların tamamlanmış olması, bolluk ve rahatlık içinde olup mutlu bir topluma ulaşıldığı anlamına gelmiyor. Toplumun mutluluğa, huzura ve sağlığa kavuşması ve korunması için eğitimli olması da gerekiyor.
İleri görüşlü aydınlarını halkın refahı ve ülkenin kalkınması için çalışmaya hayatlarını bu amaca adamaya davet etti. Hayatı yeniden inşa etmek gerektiğine insanları ikna etmek için yorulmadan çalıştı. Başarısızlık, eksiklik, geri kalmışlık, tembellik karşısında “artık işe koyulmanın vakti geldi, hem öğrenmek hem de öğretmek zorundayız. Halkın eğitilmesi, kültürün geliştirilmesi, taze güçlerin çalışma hayatına dahil edilmesi ve halkın bilinçlendirilmesine hizmet için seferberlik ilan etti.
Gençlere işe önce kendinizden başlayın, kötülükle mücadele edin, daha iyi bir hayat kurun derken devrimci söylem kullanmadı, düzenin yıkımına çağrı ve isyanda bulunmadı. Sadece halkın eğitim kültür seviyesi yükseltilerek sınai-ekonomik modernizasyon, toplumsal yaşamın kötülüklerinden arındırılması konularına odaklandı. Ülkeyi dolaşarak yaklaşık binbeşyüz konferans verdi. Vatanı gerçek anlamda sevmenin ne olduğunu anlatarak her vatandaşın sorumluluk alması gerektiğini anlattı. Bataklık, kayalık ve kaynak fakiri ülke halkının, yurtseverlerinin önderlerin/hayat mimarlarının kalkınma için fedakârca çalışmasının kitabını yazdı.
Johan Vihelm Snelman, genç bilim adamlarıyla dernek kurarak yeni tür eğitim kurumu oluşturulması düşüncesiyle yola çıktı. Bir lisede eğitimde yeni yöntemlerin uygulanmasıyla okul reformunun temeli atıldı. Fakirliği dert edinen ve kafa yoran vatansever halk arasından çıkan insanları tek kurtuluşun eğitim olduğuna inandırdı. Toplumsal konulara sanayi, ticaret, ziraat, orman, eğitim ve kültüre odaklanıldı. En çok yeni milli eğitim sisteminin kurulması ve ulusal sanayinin geliştirilmesine ağırlık verildi. Milli düşünceye sahip, sağlam nesiller yetiştirilmesini sağlamaya çalışan yazılar yazdı. Bencillik ve ilgisizlik illetiyle mücadele eden fikir hareketine öncülük etti.
Petrov, kitabında Snelman karakterini idealize ederek kendisiyle özdeşleştirdi. Ülkenin kalkınması ve refaha kavuşması yollarının araştırılması ana fikrinden yola çıkarak her vatandaşın kas ve beyin gücüyle ülke meselesini düşünmesi gerektiğine inandı. Köylülere arazileri temizlemesi, toprak taşıması, ağaç ekip çiçek yetiştirmesini öğretti. Ülkeyi refah müzesine çevirdi. Bu başarının sırrını, bilgi ve eğitime dayalı çalışma tarzına bağladı. Finlilerin temel zenginliğini ve düzenin temelini okula dayandırmaktaydı. Ülkesinde İsveçlilerin kariyer meslek sahibi olduğu, Finlilerin ikinci sınıf ırk durumuna düştüğü bir zamanda öğretmen, din adamı ve aydın bir avuç insanla halkın enerjisini coşturdu. Vazifelerinin halkın daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmek olduğunu söyledi. Halkı, düzene, dakikliğe ve disipline alıştırdı. Olumlu örnekleri ve etrafındaki iyi niyet kırıntılarını dev bir eğitim hazinesine dönüştürmeye çalıştı.(2)
Gönüllü öğretmenlere yaz tatillerinde iki üç hafta süreli kurslar düzenletti. Din adamları, halk öğretmenleri, memur, doktor, tüccar ve subaylarla toplantılar yapıldı. Halkın gerçek anlamda hizmetkârı olunması gerektiğine inandı. Kalbinde tanrı inancı olmayan bir halkın kurtuluşu yoktur diyerek kendilerine başvuran halka elden geldiğince yardımcı olunmasını, olunamıyorsa bile yeterli imkân olmadığını anlatmalarını söyledi. Memurlar, vatandaşların yasalara saygılı, daha fazla derin adalet duygusuna sahip bireyler olmalarına yardımcı olmalıdır. Halkın memurlar karşısında ezilmemesi, dik durup kendine güvenmesi, örnek insanlar olarak memuruyla gurur duyup saygı göstermesi gerektiğini anlattı.
Futbol hakkında “gençlerin bu en kötü spor dalına giderek meraklarının arttığına, ülkede binlerce insanın futbol kültürüne alışarak ona tapmaya, bilim ve sanatla eşdeğer görmeye başladığını, gazetelerde köşe yazarlarının futbolun  ruhsal bir hastalık gibi gençlerin büyük kesimine sirayet etmeye başladığından yakındı. Gençlerin zamanı ve okul günlerini boşa heba ettiklerini, kalın manda ayaklı kuşağın gençlerin zeka ve maneviyat açıdan fakirleşmesini endişeyle karşıladı. Futbol başarısına sevinmek yerine ülkede; güçlü düşünce, büyük emeller, süt, yumurta, tahıl, kumaş üretimi, temiz vicdan, yeni fikirler, mekaniğin gururu, refah içindeki halk toplulukları daha çok sevinilmesi gerektiğine inandı.
Bütün umut, genç nesli iyi yetiştirmek ve eğitmektir. Çocukları terbiyeden yoksun bırakmayın. Zekâ, bilinç, sevgi fakiri olmasınlar. Bu sadece aileyi değil devleti de ilgilendiriyor. Anne-babalar biraraya gelerek tecrübe paylaşmalı, psikologlar destek olmalıdır. Fin aile yapısı, zekâ ve maneviyat açısından değişip yeniden şekillenmelidir. En büyük ilkellik, ülkede yaşayan her bir insanın sahip olduğu fiziksel manevi zihinsel yeteneklerden faydalanamamak, istememek ve başarısız olmaktır.
Lisede gençler imtihandan sonra neden kitapları yakıyorlar. Çünkü ruhen ölü okullar öğrenci beynini canlı düşünce yerine kuru, sıkıcı okul kuralları cansız tozuyla dolduruyor. Okulun temel görevi; öğrenci bilimi anlayıp değer vermesini sağlamak, her insanın elektrik santrali gibi üretken olmasını sağlamaktır. Herkes düzensizlikten dert yanıyor, birşeyler yapan yok, herkes akıllı ve bilge ise herşeyi biliyorsa neden kötü şartlar altındayız. Bilmek yetmiyor, hatırlayıp ihtiyaç olarak görmek yaparken sevinç duymak lazım. Yüzyıla yakın zaman önce Beyaz Zambaklar Ülkesinde adıyla yayınlanan bu kitapta bir ülkenin eğitimle ulaştığı başarı hikâyesi yazılmış ve dünyada halen en çok tavsiye edilen ve okunan kitaplar arasında yerini korumaktadır.
Çok şükür ki bizim ülkemiz bataklık ve kayalık değil tersine cennet gibi. Aynı anda dört bir köşesinde dört mevsimi yaşayabiliyor, ihtiyacımız olan herşeyi yetiştirebiliyoruz. Dünyanın gelişmiş ekonomileri arasında hakettiğimiz yere ulaşmak için herşeye sahibiz öyleyse yapmamız gereken tek şey var; EĞİTİME ÖNEM VERMEK OKUMAK, ÇALIŞMAK…
  • https://ekonomihukuk.com/buyume-kalkinma/iktisadi-buyume-kalkinma-giris/
  • Grigory Petrov, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Çev.Alina Mimsafina, Hayykitap Edebiyat, Ekim-2019, İstanbul

LİSELİNİN HAYALİ VE İLK İŞ GÜNÜ

Her insanın her yaşta hayalleri olur. Bu hayaller de yaşlar büyüdükçe değişebilir ve büyüyebilir. Yedi yaşından başlayarak çeşitli okul kademeleri ve yaş gruplarında sırasıyla aşçı, hostes, doktor, mühendis ve öğretmen olmak şeklinde tercihleri değiştiren çocuklar kendini, mesleği ve çalışma ortamlarını daha çok tanıdıkça kararlarını netleştirmektedir. Adettendir ya hep çocuklara sorulur büyüyünce ne olacaksın, hangi mesleği seçmeyi düşünüyorsun diye. Aslında bu sıradan gibi görünse de önemli ve iyi bir sorudur. Nedeni, hayali ve hedefi olan çocukların motivasyonu ve başarısı genellikle yüksek olur. Böyle düşünen bir özel lise, öğrencilerine öğrenim hayatları sonunda meslek yaşamlarının ilk günlerinin kompozisyon ödevi/projesi olarak yazdırarak “Mesleğim Geleceğim” adıyla kitaplaştırmıştır. Yaşı, görevi ve eğitimi ne olursa olsun herkesin birilerinden öğreneceği birşeyler muhakkak vardır diyerek bu çocuklardan birşeyler öğrenebilmek için yazdıklarını merakla okudum ve sizlerle bu notlarımı paylaşıyorum.
Kompozisyonlarına koydukları başlıkların kendileri hakkında duygularını, kaygılarını, umut ve sevinçlerini yansıtmaktadır. Bazılarını paylaşmak gerekirse; “yaşamın bekçisi, hayatımın değiştiği gün, hayattaki sınavım, ilk günün dehşeti, geleceğim, yeni hayat, hayatımın en özel günü, bir meslek bir milat, başarının mutluluğu, beklentiden geleceğe, ebedi mesleğim, büyük bir başlangıç, yeni hayata başlangıç, hayata atılmak, başarı hikâyesi, zor dönem, ağır darbe, dejavu, mesleğe başlarken, hayatımın rolü, kara sular, azmin zaferi, hayalimdeki meslek” gibi yazı isimleri dikkat çekmiştir.
Bu kitapta yazanların henüz lisede öğrenci olmalarına rağmen hayallerindeki meslek yaşamı/iş hayatına mülakatlarla çok heyecanlı girdikleri, öncesinde hedef ve hayallerinin oldukça yüksek olduğunu belirtmişlerdir. İlk günü öncesinde hemen hepsi çok heyecanlı, gecesi heyecandan uyku problemleri, sabah erken kalkıp şık bir kıyafet, kahvaltı sonrası işyerine hep geç kalmak endişesiyle başlamışlardır. Lise birinci sınıfların yazdıklarının çoğunlukla yüzeysel ve birbirine çok benzeyen sıradan mesleki bilgiler, ilk günün deneyimlerinin çoğunlukla olumlu geçtiğini, gün içinde aile üyelerinin, arkadaşlarının ziyaretini paylaşmışlardır. İş başvurularının kısa sürede olumlu davetle sonuçlandığı ve ilk deneyimlerinde başarılı olunduğu, seçilen mesleklerin hemen hepsinin üniversite bitirilmesi gereken avukat, mimar, doktor, mühendis, pilot, gazeteci, kaptan, öğretmen, gazeteci, yazar, spor antrenörü gibi mesleklerden oluşmaktadır. Bunun yanında müzisyen, basketbolcu, dalgıç, tiyatrocu, film yapımcısı, komando asker, moda tasarımcısı, kaptan/denizci, işadamı, veteriner, tercüman, gazeteci gibi farklı meslekleri tercih edenler de bulunmaktadır.
İş hayatının zor, okul gibi olmadığı ve öğrenciliğe benzemediği, öğrenciyken çalışılınca not burada ise para kazanıldığını, üniversitede öğrenilenlerin pratikte çok fazla karşılığının olmadığını ve işbaşında öğrendiklerini, başvurdukları ilk işyerinde kendilerini havada kapacaklarını zannedenler de bulunmaktadır. Hayal ve beklentilerin ne kadar yüksekse düşüşün de o kadar kötü etkilediğini deneyimlemişler. Buna rağmen başarmak zorunda olduklarını, işe başladığı ilk günlerden itibaren birlikte çalışılan meslektaşlarının yakın ilgi ve desteğini gördüklerini, staj yapmış bile olsalar gerçek iş hayatında kıdemli olanların usta-çırak ilişkisiyle işe uyumlarında desteklerinin önemli olduğuna vurgu yapmışlardır.
Edebiyat dersini sevdiği için edebiyat öğretmeni olduğunu, öğretmenlerinden bazılarını öğrencilerine teneffüs saatinde bile vakit ayıran onlarla ilgilenenleri çok sevdiği için onları örnek aldığını, özellikle okuduğu liseye öğretmen olmayı hayal etmektedirler. Bir tanesi de öğretmen olup Van’da küçük bir köy okulunda “çalıkuşu” misali öğrencilerine uzaklardan destek sağlatarak onları sevindirdiğini anlatmıştır. Öğretmenlerinin kendilerine hayallerinin peşinden koşmayı öğrettiğini, benzer şekilde çocukken gittikleri diş hekimi veya doktorundan etkilendiklerini bu sebeple meslek seçimini bu yönde kullandıklarını beyan etmişlerdir. Kimisi de ülkemizin en başarılı işadamlarının biyografilerini okuyarak onları örnek aldıklarını,   Özellikle doktorluk kariyerinin uzun yorucu bir maratona benzediğini, sınav dönemlerinde günlerce uykusuz kaldıklarını buna rağmen sabır ve azimle çok çalışarak başardıklarını anlatmaktadırlar.
Tüm sınıflarda öğrencilerin arabalarıyla sabah işe gittiklerini anlatmaları, işyerinde bir odaları ve masalarının olduğunu belirtmeleri, günün sonunda çok yorulduklarını sonunda tatil hayalleri ve aileleriyle ilk iş ve gününü kutlama yemeği yediklerini ve evlerine gidince rahat bir uyku çektiklerini düşünmüşlerdir.
Meslek seçimini bilinçli bir süreçle yaptığını anlatan az olsa da, puanla değil kendi yetenekleriyle sevebilecekleri mesleği seçtiklerini belirtmişlerdir. Lisedeyken gelecekte seçeceği mesleği araştıran, yapanlarla görüşen, meslek videolarını izleyen sayısı az olmuştur.  Bazı öğrencilerin mimar-kafe işletmecisi, avukat-gastronomi, pilot-müteahhit, mimar-oyuncu gibi hobi olarak yapmak istedikleri işlerle profesyonel olarak hayatboyu yürütecekleri meslekleri karıştırdıkları ve hala kararsız şekilde ikilemde kaldıkları görülmüştür. İnsanların sevdikleri mesleği seçmeleri ve bu konuda çalışmalarının çok önemli büyük bir zevk olduğu, bu sayede çalıştıkları işyerinin evleri gibi, iş arkadaşlarının aileleri gibi görüldüğünü hayal etmişlerdir.  Bir kısım öğrenci ailelerinin istediği kişi olmak zorunda kaldıklarını itiraf etmişlerdir. Özellikle erkek çocuklarının biran önce büyümek onsekiz yaşını bitirmek, özgür olmak ve artık hayatlarını başkalarının yönlendirmesinden kurtulmak istedikleri yazılmıştır. Annesine özenip müzisyen olan, babasının işyeri sebebiyle orda çalışacağını anlatanlar da vardır.
Bazı öğrencilerin iş hayatına uymayan “kolumdan tuttu, çekiştirdi, ittirdi, tatlım dedi” gibi beyanları da dikkat çekmiştir. Yine işe girdiğinin ertesi günü yapılan haksızlıklara karşı çıktığı için işten ayrılmak zorunda kaldığını yazan da olmuştur. Öğrencilerin tüm söylediklerinden duygu dünyası ve psikolojik durumu hakkında ipuçları açığa çıkmaktadır. Birkaç öğrenci, iş hayatını fantezilerle oluşturulmuş polisiye roman şeklinde yazmıştır.  Bazılarının kahvaltıya yemek, başvurudaki ve günün sonunda yaptığı işlerin tutarsızlığı da gözlerden kaçmamıştır. Kimilerinin hayal dünyası, ilk gün yazısına emekli olup nasıl yaşayacağını anlatacak kadar oldukça gelişmiş, geniş ve hızlı çıkmıştır. Hatta dünya dışında bir gezegende bilim insanı olarak dünya kaynakları ve eko sistemini korumaya yönelik çalışmayı hayal eden bile vardır. Kimisi işe başladığı ilk gününde büyüyüp yetişkin olduğunu, bir insana faydalı olmak, ihtiyacını gidermek ve sıkıntısı çözmenin günün sonunda kendisine teşekkürler edilmesinin çok güzel bir duygu olduğunu yazmıştır. Birkaç öğrenci de iş hayatında önce mutluluğun sonra paranın geldiğini belirtmiştir.
Bilgisayarla internette oyun oynamayı seven birkaç öğrenci de çocukken bilgisayar oyunlarına aşırı meraklı oldukları için oyun tasarımcısı yazılımcı olduğunu anlatmıştır. Bazısı baba mesleğinin olumsuz yönlerinden etkilendiği için bunu seçmediğini ve severek yapacağı bir mesleği tercih ettiğini vurgulamıştır. Kimisi de öğretmen, doktor ve polislik gibi mesleklerin önemi ve kutsallığına, insanlara yardımcı olmaya vurgu yaparken sokak hayvanlarına ve hayvan barınaklarına destek olduğunu söyleyerek sosyal sorumluluk sahibi olduğunu ortaya koymuştur. Hatta bazıları kendini o derece kaptırmış olacak ki kendisinden sonra gelecek meslektaşlarına da etik ilkeler, idealler ve nasihatlerde bulunmuştur.
Bu sıra dışı yazılanlar yanında “hiçbir şey erdemli, dürüst, yardımsever bir insan olmaktan daha önemli değildir” gibi filozofça önemli cümleler de kurulmuştur. Hayatta başarının mutluluk ve güvenle oluşabildiğini, iş hayatının bazen sert mücadele gerektiren ve rekabetçi acımasız gerçek bir ortam olabileceğini, insanları yeterince tanımadan güvenmemek gerektiğini, iş hayatı öncesinde kendisini geliştirmesi gerektiği ve bilgi-tecrübe edinmesi gerektiğini anlatmışlardır. Başarılı olabilmek için insanlara iyi bir iletişim ve ilişkiler kurulmasının uyumlu çalışmanın oldukça önemli olduğuna vurgu yapılmıştır. Bir şey sizin için çok önemliyse fedakârlık yapıp çok çalışarak başarılı olunabileceğini söylemektedirler. Tercih ve kararların isabetli olması halinde okurken ve çalışırken eğlenceli olması, mutlaka geleceğe hazırlık yapılmasını ve iş hayatını/para kazanmayı merak ettiklerini anlatmışlardır.
Öğrencilerin sınıfları dokuzdan onikiye yükseldikçe fikirlerin daha net ve detaylar içerdiği göze çarpmaktadır. KPSS’ye hazırlanmalarına, İŞKUR’a kayıt olduklarına, mezunlar derneğinden, eski mezunlardan işe girişte kendilerine destek olma durumu ve sosyal medya ve ağını kullanarak işe kabul, tanıdık çevrenin referansı konusunun dile getirilmemesi bunlara ihtiyaç duymadıkları ve özgüvenlerinin oldukça fazla olduğu şeklinde yorumlanıp dikkat çekmektedir.
Birçoğu bir yıl gibi kısa bir süre başkasının yanında çalıştıktan sonra tecrübe kazandığını düşünerek kendine ait bir iş kurmayı hedeflemiştir. Bazı öğrenciler ASELSAN’da işe başlayıp yerli-milli tank projesi yapan ekibe dahil olduğunu, bazıları ise ütopik hayaller kurarak ünlü meşhur bir sanatçı olduğunu yazısında anlatmıştır. Tedavisi bilinmeyen bir hastalığa ilaç bulacağını, adalet ve barışı temin ederek, güçlü olanın zayıf olanları ezmesine engel olacağını söyleyenler de olmuştur. Bazısı ilk iş deneyimini üniversite döneminde harçlık çıkarmak için bir kitapevinde çalıştığını, kendi eğitimine/geleceğine yatırım yapanların kazançlı çıkacağını belirtmiştir. İnsanların inandığı değerler ve amaçları olduğunda sürekli öğrenme odaklı olarak kendini geliştirebileceği, hatalarından ders alabileceği, pes etmeden vazgeçmeden umutsuzluk canavarına teslim olmadan çalışmaya devam etmesi gerekmektedir.
Lise öğrencilerinin anlattıklarından ortalama onbeş kişilik sınıflarda özel kolejde okudukları, ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyinin yüksek olduğu, İzmir’de yaşadıkları ve liseyi okudukları halde tamamına yakınının İstanbul ve Ankara’da bir kısmının İngiltere, Amerika ve Avrupa ülkelerinde üniversite eğitimi aldıkları sonrasından çalışma hayatına buralarda devam ettiklerini hayal etmişlerdir. Ailesinden uzakta tek başına ve doğru arkadaşlar seçerek sorumluluk sahibi olmayla üniversite okurken olgunlaşacağını düşünmüşlerdir. Yabancı dil eğitiminden bahseden birkaç kişi dışında özel okulda okumaları sebebiyle böyle bir problemlerinin olmadığı sonucu çıkarılabilir. Bazı öğrenciler özel üniversite ismi ve bölümü vererek tercihini daha somut belirtmiştir. Çoğunluğunun özel sektörde çalışmayı tercih edeceği, kendilerine daha çok eski sınıf arkadaşları ve yeni iş arkadaşları arasından hayat arkadaşı seçtiğini, aynı mesleği yaptıklarını ve hatta birlikte çalıştıklarını anlatmıştır.
Tüm bu yazılanlardan yazanların emsali öğrencilerin, başta rehber tüm öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, velilerin, iş hayatının, meslek örgütlerinin ve eğitimde politika belirleyenlerin faydalanacağı şeyler çıktığını düşünüyorum.
Kaynak: Mesleğim Geleceğim, Kent Koleji Güzelbahçe Kampüsü Anadolu Lisesi Öğrencileri, Sage Yayıncılık, 2018

MESLEKİ EĞİTİM AFORİZMALARI

Hayaller kurulmadan hayatta beklenen değişiklikler ve güzel çalışmalar kendiliğinden gerçekleşmiyor. Bizim planımız kurgumuz dışında başkal...