ORTAÇAĞDAN GÜNÜMÜZE TÜRK İSLAM
EĞİTİM FELSEFESİ
Hangi
dönemde yaşamış olursa olsun ilim ve bilim insanlarını kendi çağlarının
şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Aldıkları eğitim birkaç âlimle tanışma, bir
süre vakit geçirip ondan naklen bilgilerini alma eğer bulabilirse el yazması
birkaç esere sahip olma, seyahat edecek parası ve imkânı varsa ilim
merkezlerine giderek kütüphanelere ulaşmayla sınırlıydı. Geri kalanı ise kendi
zihinsel güçleriyle düşünmeleri, önceki öğrenmeleri yorumlamaları ve sentezle
yeni bilgileri ekleyerek geliştirmeleriyle gerçekleştiği, hayat hikâyelerinden
anlaşılmaktadır. Birçoğu bu ilmi çalışmalar sırasında geçimini temin etmek için
çalışamadığı için ya bir devlet işinde çalışarak ya da devlet adamı veya zengin
kişi himayesinde araştırmalarını sürdürdüğü öğrenilmektedir. Zaman zaman bu
kişilerle ters düştüğünden şehri terk etmek başka uygun bir ortam bulmak
zorunda kalmışlardır. Hatta zamanına göre farklı şeyler söyledikleri için
hapsedilen, işkence edilen ve hayatlarına son verilenler de bulunmaktadır. Tüm
bunlara rağmen her birinin hayatları, yazdıkları, düşündükleri kitaplar dolusu
bilgi oluşturmaktadır. Bu yazıda özellikle ortaçağdan günümüze eğitim konusunda
sayılı insanların düşüncelerine özet olarak yer verilmeye ve aradan geçen
yüzyıllara rağmen hala geçerliliğini koruyan tespitlere değinilmeye
çalışılmıştır.
Türk
filozofu Farabi’ye (870-950) göre; çocuğun potansiyel olarak bir öğrenme yetisi
vardır. Çocuk algı aracı olarak duyulara sahiptir. Bilgilerin zihinde sadece
duyu yoluyla meydana geldiğini ısrarla vurgular. Akıl, duyu deneyleri yoluyla
ne kadar çok olursa zihin o kadar mükemmel akla sahip sayılır. Eğitimin amacı
toplumda istenen değerlerin yerleştirilmesidir. Farabi’nin yazdığı eserler
mükemmel bir eğitim felsefesidir. Eğitim, her şeyden önce insan ruhunun
yetkinleştirilmesi olduğundan ruh sağlığına çok önem verilmesi gerekir. Şayet
bedeni tedavi etmek ömrü uzatıyorsa ruhu tedavi etmek çok daha önemlidir. Eğitmenlere,
öğrencinin öğrenmeye yetenekli olup olmadığını anlayabilmesi ona göre
zihinlerini yorarak öğretmesi gerektiğini, onlara karşı çok sert ve aşırı
yumuşak olmaması, devamlı ve azimli çalışılmasını tavsiye etmektedir. Farabi’ye
göre felsefe öğrenimi, diğer bütün öğrenimlerin üstünde ve yüce bir konumdadır.
Felsefeye başlamak isteyenlerin ahlakını düzelttikten sonra düşünce gücünü
geliştirmesini ister. Felsefe öğrenmenin amacının yüce Yaratıcı’yı bilmek
olduğunu söyler. İnsanı eğitmeden önce onun biyolojik ve psikolojik yönden çok
iyi tanınması gerektiğine inanır. İstenen düzeyde iyi eğitim almış insanlar,
başkalarını aldatmayacakları gibi yine iyi eğitilmiş olan insanlar kötü amaçlı
insanların peşinden gitmez, onlar tarafından aldatılamazlar. Eğitim insana
kendine yetmeği öğretir. (1)
Onuncu
yüzyılda Basra merkezinde İhvan-ı Safa (temizlik Kardeşleri) adıyla birliğin
üyeleri anonim olarak elliiki risale kaleme almışlardır. Onlara göre; bilginin
kendiliğinden olmadığını, esas itibariyle onun öğrenilmesi ve öğretilmesi
gerektiğini, öğretmenin insanı bilgiye götüren bir kılavuz, bir yol gösteri ve
bir aydınlatıcı olduğunu belirtirler. Her insanda potansiyel olarak öğrenme
yeteneği vardır. Ana-babalar, öğretmenler çocuktaki bu yeteneği ortaya çıkarıp
onları yetiştirmek zorundadırlar. Çocuk doğumundan sonra belli bir anlayış ve
kavrayış seviyesine ulaştığı ilk dört yaşı içinde çevresinin ve sosyal
faktörlerin etkisini almaya başlar. Dört yaşından sonra çocuklar
etraflarındakilerle ilişkileri sonucu taklit yoluyla alışkanlıklar edinirler.
Daha çok kendi ailelerinden etkilenirler. Böylece her çocuk öncelikle kendi
ailesinin bilgi ve davranışlarını benimser. Çocuklar, kendi ana-babalarının
uyguladıkları ilim, sanat ve zanaatları elde etmeye yabancılarınkinden daha
fazla yatkındırlar. Eğitim insanları zorlamadan yumuşak usullerle verilmeli ve
bağlayıcı olmalıdır.(2)
İlk
Müslüman Türk Devleti Karahanlılar döneminde yaşayan ve Kutadgu-Bilig adlı
meşhur eseri sunan Yusuf Has Hacib, (1018) sadece yazıldığı devir içinde değil,
günümüz şartlarında da verdiği eğitim ve ahlak ilkeleriyle son derece ilginç ve
hayranlık uyandırıcı öğütler vermektedir. Çocuğun eğitilmesinde ailenin önemine
dikkat çeken Hacib, anaya ve babaya düşen oğul ve kızlarına iyi birer örnek
olarak onlara yol göstermektir. Kimin çocukları naz içinde yetiştirilirse, o
kimseye ağlamak düşer, keder ona mukadderdir. Baba çocuğunu küçüklüğünde
başı-boş bırakırsa, kabahat ve suç çocukta değil, babadadır. İnsan derler,
insan kimdir; insan başkalarına faydalı olan ve onların işlerini gören
kimsedir. Çalışmak ve başkalarına yararlı olmak ibadettir anlamına gelen güzel
sözleri söylemiştir.(3)
Ünlü
Türk Filozofu İbn Sina’ya (980 – 1037) göre; “Doğan çocuğa babası iyi bir ad
koymalı, çocuk sütten kesilir kesilmez, “kötü huylar edinmeden” eğitimine
başlanmalıdır. Çocuğun ilk eğitimi ahlak eğitimidir. Bu, çocuğu kötü iş ve arkadaşlardan
uzaklaştırıp iyi arkadaşlarla oynamasını sağlamak, onu iyi davranışlara teşvik
ile olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalı, onun hatalarını uygun biçimde
düzeltmeli, gerekirse azarlamalıdır; dayak en son çaredir. Çocuk 6 yaşına
gelince okula gönderilmeli, 14 yaşına kadar okutulmalıdır. Öğretmen dindar,
dürüst, bilgili, insaflı, temiz, kibar olmalı, çocuk eğitimi ve öğretimini
bilmeli, çocukların yeteneklerini tanımalı, onları yalnız bırakmamalıdır.
Öğretmen çocuğa karşı ne onun küstahlık yapabileceği kadar yumuşak, ne de
korkup soru soramayacağı kadar sert davranmalıdır. Bu dönemde çocuk iyi aile
çocuklarıyla tanıştırılmalıdır. Çocuklar böyle birbirlerinin iyi huylarını
görür ve kendileri de daha iyi olmaya çalışırlar; ayrıca aralarındaki doğal
rekabet nedeniyle daha başarılı öğrenim yaparlar. Bu nedenledir ki İbn-i Sina zengin
ve eşraf çocuklarının bireysel olarak özel ders alarak yetişmelerini uygun
bulmaz. Çünkü çocuk tek başına öğretmenle karşı karşıya kalmaktan sıkılacağı
gibi çocuklar kendilerinin rahat ve teklifsiz çevrelerinde birbirlerine ve haklarına
saygı göstermeyi de öğrenirler. Okulun programı şöyledir: Kur’an, şeriat, dil,
ahlaki şiirler, beden eğitimi, sanat ve meslek öğretimi. Öğretmen çocuğun yetenek ve zevkini, ilgisini
araştırıp tespit edecek ve bunlara uygun bir sanat ve mesleği ona öğretecektir.
Genç, öğrendiği meslekten hayatını kazanmaya başlayınca babası onu iyi bir eşle
evlendirip artık evinden ayırmalıdır.(4)
İbn-i
Sina’nın görüşleri “yeni eğitim” denen ve 18. Yüzyıldan, özellikle Rousseau’dan
beri gelişen görüşlerle karşılaştırılınca aralarında önemli benzerlikler
görülür. İbn-i Sina hangi sınıf ve statüde olursa olsun her çocuğun eğitilmesini
istemekle, eğitimde meslek öğretimine çok önem vermektedir. Çocuğun okul içinde
kendi yaşdaş ve arkadaşlarıyla eğitilmesinin önemini, okulun çocuğu doğal bir ortamı olduğunu ve
onun kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir yeri bulunduğunu, öğretmenin
çocuğu tanıması ve onun yetenek ve kabiliyetlerini fark etmesi gerektiğini
ileri sürmektedir. Çocuklar arasında bireysel farklılıkları görmüş ve bunların
göz önünde tutulmasını istemiştir. Çocuğun zevk ve ilgilerinin genel eğitim ve meslek
eğitiminde göz önünde tutulmasını, daha kendisi çocukken oyunun çocuğun normal
bir faaliyeti olduğunu söylemektedir. Deneye, gözleme nedenleri araştırmaya
dayanan bir eğitim-öğretim önermekle, değeri asırlar sonra anlaşılan ve
Avrupalı eğitimcilerce tekrar keşfedilen ve hiçbir zaman önemini yitirmeyecek
bir pedagoji ilkesi ortaya koymuştur. Çocuk üzerindeki baskıların olumsuz
sonuçlarını iyi gözlemiştir. Eğitim ve öğretimde araç gereç kullanılmasının öğretimini
başlı başına bir konu (sınaî öğretim) kabul etmekle eğitim teknolojisinin
kurucusu sayılabilir. Batıda ancak yüzyıllar sonra benzer görüşler ileri
sürülecek ve Batılı eğitimciler, yanlış olarak, bu alanda da öncü
sayılacaktır.(5)
Bostan
ve Gülistan adlı eseriyle tanınmış önemli düşünürlerden Sadi (1213–1292), halkı
eğitmek için hikmetli sözleriyle hatırlanmaktadır. “Anne-baba çocuğunun iyi
yetişebilmesi için onu her türlü zorluğa alıştırmalıdır. Küçüklüğünde nazlı
olmasına göz yumulan, kaprislerine boyun eğilen evlat büyüyünce hem
ana-babasına hem de kendisine kötülük yapar. Anne-baba ne kadar varlıklı olursa
olsun mutlaka çocuklarına iyi eğitim vererek iyi birer meslek kazandırmalıdır.
“Karun kadar hazinen bulunsa bile, evladına bir altın bilezik kazandır. Ne
bileceksin, belki feleğin dönüşü onu diyar diyar gurbette gezdirecektir. Sen
şimdiki varlığına güvenme; bu zenginlik, elinde kalmayabilir. Ama çocuk, bir
sanatı elde ettikten sonra, kimsenin önünde ihtiyaçla el açmaz. Keseler dolusu
altın, gümüş biter de gene zanaatçının kesesi boş kalmaz.” çocuğun büyüdüğünde
gerçek bir adam sayılabilmesi için anlayışlı ve hüner sahibi biri olarak yetiştirilmelidir…
Çalışıp çabalanmadan hiç kimse bir makama ulaşamaz. (6)
İbn
Haldun (1332–1406), çocukların erken yaşta iyi ve köklü eğitim almalarının
sonraki yaşlarda esas teşkil edeceğini “çünkü kalpler (ve zihinler) için ilk
önce olan (diğer) melekelerin temeli gibidir. Temel üzerine bina kılınan şeyin
hali, temele ve bu temelin muhtelif üsluplarına göre olur… İfadesiyle
belirtmiştir. Bu konudaki görüşleri, çocukların erken yaşta, ana dilinden başka
bir yabancı dille eğitilmelerinin sakıncalarına dikkat çeken J.J. Rousseau’nun
düşüncelerine benzemekte ve bir anlamda öncülüğünü yapmaktadır. İbn Haldun,
öğretmenlerin her şeyden önce talebelerine karşı yumuşak ve anlayışlı
davranmaları gerektiğini belirtir. Öğrenci ve öğretmen arasındaki yüzyüze
ilişki, öğrencinin yetişmesinde daha etkin rol oynar. Öğrenme sürecinde pek çok
öğretmenin olması da onun daha iyi yetişmesine zemin hazırlar. Öğrencideki
yetenek, zamanla alışkanlıklara dönüşüp kökleşerek onun bilgi hazinesini
zenginleştirir. O’na göre bireyleri özgüven, başarı, ilme mutluluğa ve
özgürlüğe kavuşturacak tek yol onurlu kişisel çabayla çalışma ve azimdir. (7)
Özetle,
bin yıl öncesinde yaşamış felsefeci Farabi, sonrasında Yusuf Has Hacib, İbn-i
Sina, Sadi ve İbn-i Haldun gibi ve alimlerin yazdıklarından başlayarak yaklaşık
dörtyüzyıl boyunca eğitim ve çocuk hakkında söylenen; tüm çocuklarda öğrenme
potansiyeli bulunduğu, öğretmenin öğrencisini tanıması, ona yumuşak ve
anlayışlı kılavuz olması gerektiği, Yaradanı tanımayı, kendine yetmeyi
öğrenmeyi, çocuklukta ilk dört yaşın, eğitime erken yaşlarda başlamanın ve aile
eğitiminin, oyun oynamasının gerekliliği, çocuğun sınıf ve statü ayırt
edilmeden ve şımartılmadan zorluklara alıştırılması gerektiğinin önemini, eğitim
insanları zorlamadan yumuşak usullerle verilmesini, değerlere dayalı ahlaki
eğitimin gerekliliğini, özel bireysel ders yerine emsalleriyle doğal rekabet
içinde grup eğitiminin daha faydalı olacağını, her çocuğa mutlaka bir sanat ve
meslek kazandırılması gerektiğini beyan etmişlerdir. Dönemlerinde her biri
öncekilerin bilgilerini ret etmeden eleştirmiş de olsa üzerine farklı şeyler
söyleyebilmişlerdir. Bugün bu fikirlerin hemen hepsi geçerliliğini
korumaktadır. Bu tespitleri bugünün eğitim felsefe, kuram ve yaklaşımlarıyla
karşılaştırdığımızda “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok
benzer” sözüyle hatırlanan İbn-i Haldun’un ne kadarda haklı olduğunu daha iyi
anlamaktayız. İlmin doğusu batısı, dini ve milliyeti olmaz. İlim insanlığın
ortak malıdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü
ilim öğrenmek her Müslümana farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim
talebeleri için kanatlarını yere sererler.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/310) diyerek ilim
tahsilinin ehemmiyetini vurgulamıştır. Yağmur suyu, deniz suyu, göl suyu, ırmak
suyu ve kuyu suyu hepsi sudur. Tadı ve rengi farklılık gösterse de aslı ve
kaynağı sudur. Geçmiş değersiz ve artık gereksiz değildir. Gelecekte ihtiyaç
duyulan eğitimi kurgulayabilmek için insanlık tarihince üretilen her şeyin
üstüne bir başka şeylerin konulmasıyla daha isabetli kararlar verilebileceğini
unutmamalıyız. Buradan hareketle, başta felsefe ve bilim tarihinin diğer temel
kültür derslerinden daha önemli görülerek eğitimin vazgeçilmezlerinden
olmalıdır.
(1)
Gülnihal Küken, Ortaçağda Eğitim
Felsefesi, s. 233, Alfa Yayınları, Mart–2001, İstanbul
(2)
a.g.e. s. 272
(3)
a.g.e. s. 281
(4)
a.g.e. s. 297
(5)
Ayşegül DEMİRAYARK, “İbn-i
Sina’nın Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? https://www.academia.edu/36270070/%C4%B0BN%C4%B0_S%C4%B0NA
E.T.13/01/2020
(6)
a.g.e. s. 537
(7) a.g.e.
s. 612
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder