Çok gezen mi? Çok okuyan mı? Yoksa çok yaşayan mı bilir tartışması eskiden beri yapılagelmiştir. Her birinin de insana farklı katkıları olduğu muhakkaktır. Bir insan ne kadar gezerse gezsin, ne kadar okursa okusun ne kadar yaşarsa yaşasın bir insan ömrü kadar öğrenebilir. Ancak okudukları arasında başarılı insanların hayat hikâyelerinin olması halinde her birinin hayatı boyunca kazandığı tecrübelere de sahip olabilir. Edebiyat, sanat, siyaset, ticaret vb. alanlarda haklı bir üne kavuşmuş, tanınmış insanların hayatlarını, eserlerini, başarılarını okuyucuya duyurmak amacıyla yalın bir dille, tarafsız bir görüşle yazılan inceleme yazılarına hayat hikâyesi (biyografi), kişinin kendi hayatını anlattığı yazıya otobiyografi denir.(1)
Herkesin hayatında dönüm noktası olacak olaylar ve karşısına çıkan kişiler vardır. Tabi ki bu konuda bilinç, duyarlılık ve hazırbulunuşluk içinde olmak da önemlidir. Bu önemli tecrübelere sahip insanların aslında birçoğunun biyografileri yazılmıyor veya özel hayatı da kapsadığı için sağlığında yayınlanmasını istemiyorlar. Anadolu’nun bir köyünde kasabasında doğup büyümüş bir insanın büyükşehire gelip sıfırdan hayata atılıp okul açması, marka haline getirip kurumsallaştırması ve yaygınlaştırması sonrasında üniversite kurması hiçte öyle yabana atılır kolay bir iş değildir. Biyografilerini ve başarı hikâyelerini yazıp veya yazdırıp paylaşanlar daha çok yapılanların genç nesile örnek olması için yaparlar. Hatta gelirini de eğitim alanındaki dernek, vakıf ve sosyal sorumluluk projeleri için vakfederler. Bu bile başlı başına ulvi ve erdemli alkışlanacak bir davranıştır.
İnsanlar hayat hikâyelerini büyük oranda kendileri verdiği kararlarla oluştururlar. Hayat şartları bazen insanı okul ve öğrencilik döneminde bile olsa çalışmaya mecbur bırakıyor. Ülkemizin bazı yörelerindeki insanlar iş imkanlarının azlığı, geçim sıkıntısı çektiği veya daha iyi hayat şartlarına kavuşabilmek için çoğunlukla büyükşehirlere göç etmektedir. Yetmiş yıl önce hayat şartları daha zormuş. Karadeniz gibi tarım ve hayvancılık yapılacak uygun arazi büyüklükleri olmayan bölge insanları bu durumla daha çok karşılaşmıştır. O dönemde bir çocuğun köyünde ilkokul bitirmiş olması bile başarı sayılmaktaymış. Çünkü köylerin çoğunda okul yokmuş. Birkaç köyün çocukları, biraz büyükçe merkezi olan köyün okuluna yürüyerek gidip gelmek zorundaymış. Bu hikaye şeker çuvalından elbise yapılmasının bile lüks sayıldığı ikinci dünya savaşı dönemi yaşanmış.
Hikâyemizin kahramanı da o dönemin ilkokul öğrencisi olarak yokluğu ve ülkemizin yaşadığı tarihi önemli olayları bizzat yaşamış. Karadenizli bir ailenin önce baba sonra anne ve çocuklarının sınırlı bir azıkla bir haftalık gemi yolculuğu sonrası İstanbul’a gelerek hayata tutunmaya çalışması başta klasik bir hikâye gibi gelebilir. Babanın kazancı geçimlerine yetmediği için evin ilkokul mezunu büyük oğlu, sokaklarda gazete satıp ayakkabı boyamak, tornacı yanında çıraklık, kahvehanede garsonluk, konserve fabrikasında çocuk işçi, yaşı onaltıya gelince gemilerde aşçı yamaklığı yapmaya başladı. Annesi, düzgün bir işi olması için bir meslek öğrenmesi, her yerde geçerli olacak ve para edecek olan mesleği öğrenerek altın bilezik sahibi olmasını çok istemiş. Yanında çalışmaya başladığı tornacı akrabası, haftalık ücret isteyince “sen burada meslek –sanat öğreniyorsun, bir de para mı istiyorsun benden” diye cevap verince eve ekmek getiremediği için hemen işten ayrılmış. Gerçi yakın döneme kadar ülkemiz usta ve sanatkârlarının yaklaşımı böyle olup aileler gizlice ustaya haftalığı verip çocuğu mesleğe ısındırmaya çalışırlarmış. Bugün ise devlet meslek öğrenmekte olan tüm öğrencilere, işveren üzerinden asgari ücretin en az üçte birini ödemektedir. Bir başka akrabasının lokantasında komi olarak çalışmaya başlamış. Yıllar boyunca eğitimine ilkokuldan sonra devam edememiş olduğu için geçici işlerde çalışarak ekmek parası peşinde koşturmuş.
Bankada lise mezunu memur olarak çalışan evlenmek istediği kızın, “sen ilkokul mezunusun, eğitimsizsin. Dengim değilsin” cevabını işitince yıkılmış. Çalıştığı geminin bir yurtdışı seferinde tanıştığı stajyer genç, “senin kafan çalışıyor, neden okumadın” sorusu ve “hiçbir şey için geç sayılmaz. Hadi şimdi başla. İstersen ben sana yardım ederim” deyince vakit geçirmeden Matematik ve Türkçe derslerine birlikte çalışmaya başlamışlar. Yirmiiki yaşında dışarıdan bitirme sınavıyla ortaokulu bitirmiş. Akşamları da Sultanahmet’teki İstanbul Yüksek Ticaret Mektebinde muhasebe kurslarına katılmış. Yaşını küçültüp Vefa Lisesi’ne başlamış ve kendinden yedi yaş küçük çocuklarla okuyup başarıyla okulunu bitirmiş. Matematik öğretmeninin sayesinde matematiği sevmiş ve başarılı olmuş. Yirmiyedi yaşında lise diplomasını eline almış. Daha sonra İTÜ Elektrik Fakültesini bitirip mühendis oldu. Üniversite öğrencisiyken başladığı özel ders vermeye Türkiye Elektrik Kurumu’nda ve Tersane’ de mühendis olarak çalışırken de devam etmiş. İlk dershanesini açıp eğitim hayatına girişimci olarak adım atmış.
Eğitimin başta kendisi için insanların makûs talihini değiştirdiğine ve çıkmak isteyenlere merdiven olarak fırsat sunduğuna inanmış. Eğitim alanında örnek alınacak gerçek bir başarı hikâyesi yazmış. Onun çocukluğunda karnını doyuranların şikâyet etmediği ve mutlu olduğu, evinde ekmeği, tarlasında ekini olanın varlıklı sayıldığı, sevinmenin, yetinmenin bilindiği bir dönemde Türkiye’deki bir başarı zamanın insanlarında büyük iz bırakırmış. Fakirliğin diz boyu ama insanların onurlu ve umutlu olduğu, öğrencilerin gözlerinin ışıldadığı, öğretmenlerin vakur, disiplinli, düzgün kıyafetli, çok bilgili ve görgülü olduğu bu dönemde ilkokuldaki eğitim düzeyi bugünün ortaokulu gibiymiş. “Bizim neslin öğretmenlere saygısı büyüktü. Ben, Vefa Lisesinde öğretmenlerimizin yönlendirmesiyle mühendis oldum.” Diyerek öğretmenlerin öğrencilerin hayatına olumlu etkisine vurgu yapmıştır.
Kurucusu olduğu özel okulu, bir yaşam ve kültür alanı olarak görerek yetiştirdikleri öğrencilerin topluma sağladıkları yarar ölçüsünde kendilerini başarılı sayacaklarını, iyi öğretmenler yetiştirilemezse gerçek eğitim-öğretim ortamı oluşturulamayacağını çünkü öğrenciyi yetiştirecek ve ona karakter verecek olanların öğretmenler olduğuna inanmış. O’na göre Okul; çocuğun karakterine dokunur, ufkunu inşa eder, hayata bakış verir, ahlak kazandırır, öğrendiğin kadar terbiye de alırsın. Ev-okul arasında karakterin usul usul inşa olur. Sorumluluk alırsın, bilinçlenirsin. Bir hedefin, amacın ve misyonun olur. Eğitimin ise insanın kaderini değiştirdiğini, karanlık günlerini aydınlattığını, belirsizliğini ortadan kaldırdığını, cehaleti yendiğini, kenara itilen insanı hayata bağladığını, ezik ve kırık insanı toparlayıp, bilgiyle donatıp özgüven inşa ederek iddialı hale getirdiğini yani bir insanı nasıl kurtardığını yaşayarak görmüş. Eğitimi, maddi bir kazanç olarak değerlendirdiğinde uzun vadede getiri olan ve riski en yüksek sektör olarak görmektedir.
Yola geç çıkmış ve çok zeki bir insan olmadığını ancak ortalama bir başarı düzeyinde çok çalışarak hedeflerine ulaşmış. Çalışmaktan hiç yorulmamış ve hep karşılığını almış. Çalışma hayatındaki mücadelesinin düşünce dünyasını zenginleştirdiğini, zorlukların kabiliyetlerini geliştirdiğini ve sürekli yaşadıklarından öğrendiğini, yaşamını güzel ve kıymetli hale getirdiğini, eğitim sayesinde insanların kendine güven sağladığını, aşağı görme duygusundan kurtardığını, dertlenince dertlerine çare bulduğunu düşünmüş.
Kendisi çalışarak, iki kardeşini üniversite okutarak doktor olmasını sağlamış. Mesleğinin yüksek elektrik mühendisi olduğunu, ihtiyaçtan dolayı özel ders vermeye başladığını, bir inat uğruna da dershane açtığını ama hiçbir zaman dershaneciliği para kazanılacak bir meslek olarak görmediğini hatta üniversiteye hazırlık kursu açana kadar ilk birkaç yılda zarar ettiğini buna rağmen tüm çalışanların maaşlarını vaktinde ödemeye özen gösterdiği bunun emeğe ve öğretmene olan saygısından kaynaklandığını belirtiyor.
İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde onbir yıl boyunca akademisyenlik yapmış. Öğretmenlerin diğer memurlardan mutlaka daha fazla kazanması gerektiğini düşündüğü için 1985 yılında açtığı ilk özel okul/koleje öğretmen seçimine aşırı önem vererek en kaliteli öğretmenlerle çalıştıklarını belirtiyor. Sistem kurmaya ve kurumsallaşmaya önem verilmesi halinde başarının sürdürülebilir olabileceğine inanmış.
Çıraklıktan başlayarak üniversite hocalığına, dersane ve marka özel okul kuruculuğa yarım asırlık tecrübesine dayanarak bugün Türk Eğitim Sisteminin en büyük ve en önemli sorununun, öğretmen yetiştirme olduğunu, öğretmenliğin dört yılda öğrenilemeyeceğini, eğitimin ahlaklı insanlar yetiştirmesi gerektiğini, eğitime siyasetin karıştırılmasının tehlikeli olduğunu, bir milleti okul öncesi eğitimin şekillendirebileceğini, çocukları anaokuluna giden ülkede paylaşım fikrinin çoğalacağını her fırsatta anlatmıştır.
Kurduğu okul markasıyla hizmet veren onbeş okulu da Uluslararası Okullar Birliği üyesi olarak akredite olduğunu, iyi olanı kalıcı hale getirdiklerini, hep en iyilerle çalıştıklarını, kitapları ve okul kütüphanesini çok önemsediklerini, bir okulun kalitesini; beklentileri, yöneticilerinin birikim ve ufku, öğretmenlerinin kalitesi ve özverileri, velilerin kalitesi, öğrencilerinin heyecanı ve başarısı ayrıca mezunlarının hayatında okulun yerinin olup olmaması yani aidiyetiyle oluştuğunu düşünmektedir.
Ülkemizde özel okullar rekabet, akreditasyon ve her zaman daha iyisini yaparak öğrencilerini iyi yetiştirebilmek için yeni yöntemler, ek kaynaklar ve değişik eğitim uygulamalarıyla devlet okulları için de örnek teşkil edebilecek çalışmalar sergilemektedirler. Hepsi devletin ve milletin malı sayılabilecek özel ve resmi okulların birbirleriyle yeterince tecrübe paylaştıklarını söylenemeyeceğini, bunu temin edebilmek için uygun kanal ve mekanizmaların hayata geçirilmesi halinde Türk Eğitim Sistemine önemli katkılar sunulabileceğini belirtmiş. Her zaman ifade edilen eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasının aslında zorunlu hayati bir çalışma olarak ele alınması gerektiğine inanmıştır.
Eğitime adanmış bu hayat hikâyesinin sahibi, kurucusu olduğu Eyüboğlu Eğitim Kurumlarının halen onursal başkanlığını yürüten seksen yaşındaki eğitimci mühendis Dr. Rüstem Eyüboğlu, on yıl Türkiye Özel Okullar Birliği başkanlığını da yürütmüştür. Bir solukta roman gibi okumak isteyeceğiniz bu bitmemiş hikâyenin tamamı için Mehmet Gündem tarafından kaleme alınmış dört yüz kırksekiz sayfalık “Akıllısın Neden Okumuyorsun” kitabını okumanızı tavsiye ederim.(3) Kitabı okuduğunuzda o dönemin yokluk ve kıtlık şartlarını ve bu gerçek hayat hikâyesinin kahramanının yerinde olmak istemezken bugün çok çalışarak geldiği durumda ise eminim herkes olmak isterdi. Bu gibi örnek eğitim yatırımcılarının, girişimcilerinin ve hayırsever iş adamlarının sayısının artmasını temenni ediyorum. Gençlere ve öğrencilere de bu tür kitapları da okumalarını tavsiye ediyorum. Başta bu hikayenin kahramanına ve ülkemizdeki tüm başarı hikâyelerini paylaşanların eğitime yaptıkları ve yapacakları destekler ile bırakacakları eserler için teşekkür ve tebrik ediyorum.
- https://www.turkedebiyati.org/yazi_turleri/biyografi.html, E.T. 05/04/2020
- https://egitimheryerde.net/nasil-basarmis/, E.T. 05/04/2020
- Gündem, Akıllısın Neden Okumuyorsun, Alfa Basım, İstanbul, 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder