Ülkemizde sağlık, mutluluk, huzur ve refah içinde yaşayabilmemiz için öncelikle toplumu oluşturan bireylerin sağlıklı ve eğitimli olması gerekmektedir. Devletimiz, Milli Eğitim Temel Kanununda tüm çocukların gelecekte; iyi bir vatandaş, iyi bir insan ve iyi bir meslek sahibi olmaları için amaç ve hedefler belirlemiştir. Buna göre eğitimdeki amacımız, milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmektir. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır.
Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır. Demek ki hepimizin öncelikle devlet, vatan, millet, bayrak gibi sahip olduğumuz değerlere karşı sorumluluklarımız ve bizden beklentiler bulunmaktadır.
Eğitimden iyi insan, iyi vatandaş ve meslek sahibi bireyler yetiştirme beklentisinin günümüz değişen ihtiyaçlarıyla oluştuğu zannedilebilir. Eğitim tarihi incelendiğinde, antik çağda Sokrates ve Platon ile başlayan eğitim ideali genel itibariyle; gelişmiş bir vücut, zihinsel gelişme, ruh ve ahlak güzelliği olarak özetlenebilir. Antik Yunan’da vücudun disiplinle, ruhun neşeli ve cesur duruma sokulması için jimnastik ve müzik eğitimine önem verilmiştir. Antik Roma’da ise ailede sıkı bir ahlak ve disiplin temeli üzerine becerili, erdemli ve sağlam bir karaktere sahip “iyi vatandaş yetiştirmek” eğitimin amacıydı. Çocukluktan çıkan kızlar anneleriyle, erkekler ise babalarıyla birlikte hayata hazırlanmaktaydı. Daha sonraları erkek çocuklar mesleki yönden gelişmeleri için bir ustanın yanına çırak verilirdi.(1) Demek ki binlerce yıl önce bir insandan toplumunun beklentisi ne ise bugünde fazlaca değişmemiştir. İslam Felsefesine göre de eğitimin özünde İnsan-ı Kamil olarak tanımlanan iyi insan olmak temel ve başlangıç sayılarak hep aynı kalmıştır.
Yaşımız ne olursa olsun hepimiz anne-babalarımızın en kıymetli varlıkları olan çocuklarıyız. Dünyada varlığından haberdar olduğumuz canlılar içinde, bağımsız olarak yaşayabilecek çağa en geç ulaşabilen varlık yine insandır. Çocuklarımızın özel durumları hariç olmak üzere genel olarak hepsinin sevgi ve şefkat, özgüven, bağımsızlık, sorumluluk, ilgi, ait olma, öğrenme ve inanmak gibi temel psikolojik ihtiyaçları bulunmaktadır.(2) Çocukların temel zorunlu ihtiyaçlarıyla birlikte biz yetişkinlerden beklentileri de bulunmaktadır. Onlara karşı daha anlayışlı ve sabırlı olmak, fikirlerine değer vermek, zaman ayırıp gerekirse oyun oynamak, seyretmek yaptıklarını onaylamak, aile ferdi olarak söz hakkı tanımak, başkalarının çocuklarıyla kıyaslamamak, sürekli bizim zamanımızda diye başlayan cümlelerle onların imkânlarının bolluğunu ve kıymet bilmediklerini yüzlerine vurmamak, kendileri gibi arkadaşlarına da saygı duymak, aşırı korumacılıkla kafeslere hapsetmemek, onların da birşeyler başarabileceğine inanarak ve güvenerek özgüven sahibi bireyler olarak yetişebilmelerine fırsat tanımak gibi… Ancak çocukların en temel ve başlangıç ihtiyacı beklentisi hep sevgi olmuştur. Hz. Ömer, vali olarak görevlendirmek için yanına çağırdığı birinin torunlarını sevmesini gördüğünde, kendisinin de on torunundan hiçbirini kucağına alıp sevmediğini ve öpmediğini söylemesi üzerine vali yapmaktan vazgeçmiştir. Sevmesini bilmeyenin halka şefkatli davranamayacağını düşünmüştür.(3)
Genelde ihtiyaçların parayla satın alınabilecek şeyler olduğu düşünülür. Çocuklarımızın her istediğini ikiletmeden hatta daha fazlasını satın alarak onları varlıklara boğmak her ihtiyacını karşıladığımız anlamına gelmiyor. Çocukken ona en kaliteli ve teknolojik oyuncakları alabiliriz, canı çektiği her türlü yiyeceği elini uzattığında sağlayabiliriz. Biraz büyüyünce son model cep telefonu, arabayı alıp sınırsız kredi kartını cebine koyabiliriz. Eğer sevgiye ihtiyacı olduğunda, sevincini ve üzüntüsünü paylaşmak vaktinde yanında değilsek hatta yanındayken birde ilgisiz kalırsak en önemli ihtiyacını eksik bırakmış oluruz.
Bilinçli anne-babalar çocuklarından bebeklikten itibaren düzenli ve sağlıklı beslenmeleri, uyku ve dinlenmelerine dikkat etmeleri ve düzenli bir yaşamları özetle sağlıklı bir insan olmalarını isterler. Aile olarak birlikte yaşarken çocuklarının huzurlu ve mutlu bir insan olmalarına dikkat ederler. Hatta karı-koca arasında varsa anlaşmazlıklar ve tartışmaları çocuklarının yanında yapmazlar. Manevi temellerinin güçlü olmasını, saygın ve statü sahibi insanlar olmalarını, güven içinde yaşarken güvenilir insanlar olmaları beklentisi içindedirler. Bunun işaretleri her öğretim yılı sonunda alınan karnelerin sağ tarafında öğrencinin hal ve davranışlarıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde görülebilir. Başarılı olmalarını, ebeveynlere göre okul döneminde karnelerin sol tarafının pekiyilerle dolu olması, teşekkür ve takdir belgesi almaları, bütün sınavları başarmaları, en iyi lise ve üniversiteleri kazanmaları, tüm kültür ve spor yarışmalarından derece yapmalarını beklerler. Tüm anne babalar kendi çocuklarının çok zeki, yetenekli ve farklı olduğunu düşünür. Bunun sonucu olarak her konuda başarılı olmasını arzu eder.
“Doğduğun Ev Kaderindir” TV dizisi gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkan ilginç konusuyla dikkatleri üzerine topladı. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitabından uyarlanan dizide; farklı hayatı ve ondan beklentileri bambaşka olan öz ve üvey ailesi arasında sıkışıp kalan Zeynep’in yaşadıkları ele alınıyor.(4) Dizide geçim sıkıntısından zengin bir aileye evlatlık olarak verilen kız, eski mahallesindeki tamirci bir gence âşık olup mahalleye geri dönmektedir. Öz anne-babasıyla tekrar eski yaşamını tercih etmesi ancak büyüten yetiştiren ailesinden kopamayışı çevresinde yaşanan olaylar konu edilmektedir. Eski İstanbul’un bir mahallesinde kimsesiz çocukların korunduğu, komşuluk ilişkilerinin gözetildiği ve ekonomik sıkıntılara karşı insanların onuruyla verdiği yaşam mücadelesini gözler önüne sermektedir. İnsanoğlu ailesini ve yaşayacağı çevreyi seçemeden hayata gözlerini açıyor. Ailenin geçmişi, kültürü, imkânları, yaşanılan ev ve muhit, anne-babanın yaşam biçimi, kendi aralarındaki iletişimi kısaca sosyal çevresi çocukların sağlıklı psikolojik gelişiminde etkili oluyor. Buradan hareketle yetişkinlikte çeşitli sorunları olanlara psikologlar, çocukluktaki yaşantılarına inerek geçmişten gelen bir eksik ve yanlışlığı tespit ederek tedaviye çalışmaktadırlar.
Çocuklara, anaokulu çağından başlayarak başta özbakım becerilerini ve temel ihtiyaçlarını bir ölçüde kendi başına karşılamayı öğretmek özgüvenle yetiştirmek gerekiyor. Okul hayatı başladığında evde ödevlerini kendi başına yapabilme alışkanlığını kazandırarak sorumluluk duygusuna sahip olmasını, bağımsız birey olabilmeyi ve sorumluluklarını kendi başına yerine getirmesine imkân sağlayabiliriz.
Eskiden Türk Toplumunda bazı yörelerde askerliğini yapmamış erkeklere kız verilmediği ve evlendirilmediği yönünde uygulama olduğu anlatılır. Bunun temelinde bir insanın yetişkin, kâmil ve sorumluluk sahibi olabilmesi için evinden uzakta toplum içinde bir müddet sorumluluk alması ve görev yapması yaşaması gerektiğine inanılması kısacası böylece adam olacağına inanç yatmaktadır. Yatılı okullarda kalan çocukların kendini koruyabilmesi, ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve gelecek hayatında karşılaşabileceği zorluklarla başedebilmesi için önemli bir ön hazırlık olduğunu düşünüyorum. Yine devlet memuru olarak ailesinden ve yaşadığı şehirden uzakta çalışmasının da kişiyi kişisel, toplumsal ve mesleki açıdan olgunlaştırdığına inanıyorum. Öğretmenlik mesleğine terörün en yoğun olduğu doksanlı yılların başında Hakkâri’de başlayarak üç yıl görev yapmış olmayı kendi açımdan bir şans ve önemli bir deneyim olarak görüyorum.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde aile mefhumunun etkisinin gittikçe zayıfladığı konuşuluyor. Aile bireylerinin çalışma hayatında olmasıyla aynı çatı altında da olsak daha çok bireyselleşme ve yalnızlaşmayı da getirmiştir. Hepimiz internet ve sosyal medyanın kuşatması altındayız. Değerlerimizi korumak ve yaşatmak, gelecekte sağlıklı toplum olarak varolmak adına önemli bir sorumluluğumuzdur. Böyle bir dönemde bırakalım çocuk ve gençleri yetişkin aile fertleri kendini kaybedebiliyor. Çocuklarımızın beslenmesine çok önem veriyoruz, öğrenimlerine çok önem veriyoruz ancak ruhsal ve psikolojik açıdan manen güçlü olmaları konusunda sanki biraz yetersiz kalmaktayız. Kendimizce onları çok sevdiğimizi düşünerek davranışlarımızda bazen aşırılıklara kaçabiliyoruz. Bir duygu ve davranışın hiç olmaması kadar aşırı düzeyde olması da olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.
Çocuklarımızı sağlam bir kişilik ve güçlü bir karakter oluşturarak büyütmek istiyorsak öncelikle onlara iyi bir model olmalıyız. Bunun için en güvenilir ve gerekli ortam aile yuvasıdır. Daha anaokulunda okumayı-yazmayı, matematik işlemlerini, yabancı dili, sporu ve müziği öğrettiğimiz önemsediğimiz kadar paylaşmayı, affetmeyi, sevmeyi, saygıyı, korumayı, doğru davranmayı, nezaketi, edep-adap kurallarımıza sahip olmalarına da dikkat etmeliyiz. Onlara karşı davranışlarımızda ve beklentilerimizde aşırıya gitmeden ihtiyacı kadar dozunda karşılıksız olarak ihtiyaçlarını gidermeliyiz. Aşırı disiplin ya da rahat ve korumacı bir yaklaşımla büyütülen çocukların yetişkin bir meslek insanı, görev, unvan ve yetki sahibi olduğunda kendi huzur ve mutlulukları yanında sonuçlarının insanlarla olan ilişkilerine yansıyabileceğini unutmamalıyız.
- Ahmet Avcı, Eğitim Bilimine Giriş, Türdav, İstanbul, 2014, s.401
- Hüseyin Şahin, Çocukların Psikolojik İhtiyaçları ve Anne-Babaların Beklentileri, Akademik Kitaplar, İstanbul, 2014, s. 23-29
- https://www.yeniasya.com.tr/inci-karaman/bir-cocuk-icin-valiyi-azletti_405175
- https://www.posta.com.tr/dogdugun-ev-kaderindir-dizisi-hangi-kitaptan-uyarlandi-gulseren-budayicioglu-kimdir-2234664
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder