15 Mart 2020 Pazar

DEPREMLER VE AFETLERE HAZIRLIK EĞİTİMLERİ


DEPREMLER VE AFETLERE HAZIRLIK EĞİTİMLERİ
İnsanlık tarihi boyunca çok çeşitli felaketlere maruz kalmıştır. Bu felaketlerin cinsine ve boyutuna göre insanlar hayatlarını kaybetmiş ve birçoğu da sakat kalmıştır. Ömür boyu çalışıp oluşturulan mal varlıklarının yok olmasını saymıyoruz bile. Yirmi birinci yüzyılda teknolojinin ulaştığı seviyeye rağmen en zengin, gelişmiş ülkeler bile, tabii afetlere maruz kaldıklarındaki halini televizyonda izlerken insanoğlunun ne kadar çaresiz kalabileceğini somut olarak görmekteyiz. Felaketler önlenemeyeceğine göre insanoğluna düşen görev afetlere hazırlanarak en az zararla, kayıpla atlatmaktır. Bu arada tabiatın dengesini bozmanın bu felaketlere davetiye çıkarmak olacağını ve maruz kalınacak felaketin şiddetinin artacağını ve kayıpların fazlasıyla olacağını bilmek için biraz düşünmek yeterli olacaktır.
17 Ağustos 1999’da saat 03:02'de merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük ilçesi olan Marmara Depremi'nde, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir alanda hissedilen 7,4 şiddetinde 45 saniye süren deprem sonrası resmi raporlara göre 17 bin 480 kişi öldü, 23 bin 781 kişi yaralandı ve 505 kişi de sakat kaldı. 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız deprem felaketi ülke olarak bize çok acı bir tecrübe oldu. Gölcük Depremini yaşamış birisi olarak bu acı tecrübeden ders çıkardığımızı ancak bunun unutulmamasını ve duyarlılığın süreklilik göstermesini temenni ediyorum. Belki bizim kuşak veya çocuklarımız böyle bir depremi tekrar yaşama olasılığı düşük olduğunu düşünebilirdiniz. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Haluk Özener, 03/03/2019 tarihinde Anadolu Ajansına yaptığı açıklamadı “Ortalama her 50 günde bir 5 ile 5.9 arasında bir deprem, Ortalama 18 ayda bir 6 ile 6.9 arasında deprem mevcut. Ortalama 6.5 yılda bir 7'nin üstünde bir depremle karşılaşıyoruz. Bu çok önemli bir istatistiktir. Bunu bilip buna göre yaşayalım” dedi.  Kesin olmamasına rağmen bunun dışında birçok afete maruz kalmamak için bir garantimiz yok. Sel, kasırga, yangın, toplumsal hareketler, savaş ve çığ düşmesi tehdidi aklımıza ilk gelenlerdir.
“Biz hazırlanıyoruz, ya siz” ve “çaresiz değilsiniz, çare sizsiniz” anlamlı iki slogan. Gölcük Depremi sonrası Kocaeli genelinde gönüllülerden oluşturulan ve adına kısaca MAG (mahalle afet gönüllüleri) bir organizasyon kurulmuştu. Bu oluşuma katılanlar arama-kurtama-yardım-hazırlanma konularında dokuz haftalık bir eğitimden geçti. Mahalle Afet Gönüllülerinin ihtiyaç duyacağı malzemelerin konduğu konteynerler yerleştirildi. Belli aralıklarla eğitimler tekrarlandı. Sosyal etkinlikler gerçekleştirildi. Çeşitli kurumlarla işbirliği ve destekler sağlandı. Sonrasında dernekleşme çalışmaları, kendi içinde yaşanan yönetim sorunları sonrasında belediyelere devir gündeme geldi. Başladığı ve istenildiği gibi sürdürülebilirliği maalesef sağlanamadı. Boğaziçi üniversitesi Deprem Araştırma Enstitüsü Temel Afet Bilinci seminerlerine Gölcük’ten ben dahil otuza yakın insan eğitici eğitimine katıldı. Bu arkadaşlardan gönüllü olarak yaklaşık on kişi okulları, yurtları dolaşarak öğrencilere bir afet öncesinde, sırasında ve sonrasında nasıl davranmaları gerektiğini anlattılar. Acil durum alarmı vererek bina boşaltma provası yaptılar. Bu esnada emniyet, sağlık ve itfaiye birimleri de hazır bulunduruldu. O dönemde yaklaşık beşbin kişi eğitimden geçti. Yeterli mi? Kesinlikle hayır.
Mahalle afet gönüllüğünün gerekliliğinin temelinde, büyük bir afet sonrasında ilk yetmişiki saatten sonra profesyonel ekipler olaya ancak tam müdahale edebiliyorlar. Tabii ki eğer kendileri de sağ kalmışlarsa. Demek ki ilk yetmişiki saat ki, bu insan hayatı için çok önemli yalnız başınayız.  Bundan otuz yıl önce Almanya’daki bir akrabam gönüllü itfaiyeci olduğunu anlatmıştı da ne olduğunu o zaman tam kavrayamamıştım. O dönemde Kocaeli çapında önce il çapında bir tatbikat düzenlendi ve habersiz bir alarm verildi. Gönüllüler kendilerinin görevli olduğunu belirten yelek-şapka ve kartları takarak çok kısa sürede toplanma yeri olan konteynerlere ulaştılar ve kapıda bekleyen müfettişlerden afet senaryosunun bulunduğu zarfı alarak harekete geçtiler. Telsizlerden hayali olarak bilgiler verildi, ambulans, itfaiye ve profesyonel ekipler istendi. Benimde koordinatör yardımcısı olarak yer aldığım MAG ekibi bu sınavdan başarı ile geçmişti. Yaptıklarımız yeterli değildi, bugünde böyle güzel projelere ve yeni gönüllülere ihtiyacımız var. Hepimiz bu tür eğitimlerden geçmekle inanın önce kendimize, ailemize, çevremize ve insanlığa önemli katkıda bulunabiliriz. Ayrıca bunu yapabileceğini bilmek bile insana özgüven ve mutluluk hissi vermektedir.
Temel ilkyardım bilgileri, yangın söndürme, hafif arama-kurtarma eğitimi almak bilgilere sahip olmak hepimize her an lazım olabilir. Üstelik tüm bunlar ücretsiz. Yapamayacağımız çok büyük projelerden bahsetmiyorum. Üstelik gerçekleşmiş somut güzel ikinci bir örnek varken, bundan bahsetmemek haksızlık olurdu. Gölcük Esnaf ve Sanatkarlar Odasınca deprem sonrası yirmi yıl önce gönüllülerden oluşan bir ekip kuruldu ve bu ekip tamamen sivil bir inisiyatifle hareket ederek o günden bugüne birçok olaya müdahale etmek için çok hızlı bir şekilde olay yerine ulaştı. Ünü il ve bölge sınırlarını aşarak tüm ülkeye yayıldı. Yurtdışında komşu ülkelerdeki depremlere yardıma koştular. Hiçbir ücret almadan ve karşılık beklemeden, hiç yılmadan çalışmaya devam ettiler. Bazıları kahve köşelerinde ve evde sıcak odalarında TV başında vakit öldürürken onlar geceleri nöbet tutuyor ve her an harekete hazır halde bekliyorlar. İtfaiyeye de normalde kimsenin ihtiyacı yokmuş gibi düşünebilirsiniz. Günlerce aylarca hiçbir iş yapmadan oturup duruyorlar. Ama birde yangın çıktığında, birkaç dakika içinde olay yerinde olmasını isteriz. Bu ekipler bunu sağlayabilmek için sürekli eğitim yapmakta ve aralıksız nöbet tutarak araç-gereç ve ekipmanlarını faal durumda tutmaktadır. 
Bugün bu hizmetleri devlet adına İçişleri Bakanlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) yürütmektedir. “Afetlerde Türkiye’nin Ortak Gücü” anlayışıyla afet yönetimi faaliyetlerini planlar, gerçekleştirir, yönlendirir ve koordine eder. Dünya genelinde arama kurtarma, insani yardım, tahliye ile transfer çalışmaları yürütür ve insani altyapılar kurar. Afet ve acil durumlar konusunda verilen eğitimlerle; toplumda farkındalık oluşturmak, afetleri başa çıkılabilir bir olguya dönüştürmek ve yeterlilik bilincinin toplumun tüm kesimine yerleştirilmesini sağlamak amacıyla ‘Afete Hazır Türkiye Bilinçlendirme ve Eğitim Projesi’ başlatılmıştı. 2018 itibariyle proje kapsamında 10 milyondan fazla kişiye ulaşıldı.
Afete Hazır Türkiye Projesi ile; Bireyden başlayarak toplumun tüm kesimine, afetlerin ilk 72 saatine hazırlıklı olmaları için afete hazırlık kültürünü kazandırmak, bireylerde farkındalık yaratmak,   bireylerle yaşadıkları mekânlarda alabilecekleri temel önlemleri paylaşmak, bireylerin afetlerde doğru davranış şekillerini öğrenmelerini ve uygulamalarını sağlamak, afet ve acil durum planlarının yapılmasına yönelik bilgilendirme yaparak, alınabilecek temel önlemleri paylaşmak, bireylerin afet eğitimi alabileceği mekânları yaygınlaştırmak ve kolay ulaşabilecekleri altyapıları kurmak, ülke genelinde çeşitli kanallarla verilen afet eğitimlerini standart hale getirmek, uluslararası organizasyonlar tarafından gerçekleştirilen çalışmalardan da yararlanmak ve yeterli bilgi, tecrübeye sahip akredite olmuş eğitim yollarının oluşturulması amaçlanmaktadır.
Dünya genelindeki doğal afetler ele alınınca, 31 çeşit doğal afetin 28 tanesini meteorolojik afetlerin oluşturduğu görülür. Doğal afetlerin çeşitleri ve önem sıraları ülkeden ülkeye de değişmektedir. Örneğin, Akdeniz Bölgesinde doğal afetler kuraklık, seller, orman yangınları, heyelan, dolu fırtınaları, çığlar, donlardır. Ülkemizde ise en sık görülen meteorolojik karakterli doğal afetler dolu, sel, taşkın, don, orman yangınları, kuraklık, şiddetli yağış, şiddetli rüzgâr, yıldırım, çığ, kar ve fırtınalardır. Dünya Meteoroloji Örgütüne (WMO) göre sadece 1980'li yıllarda dünyada 700,000 kişi meteorolojik afetlerden dolayı hayatını kaybetmiştir (MMO, 1999) İnsan kaynaklı afetler; nükleer, biyolojik, kimyasal kazalar, taşımacılık kazaları, endüstriyel kazalar, aşırı kalabalıktan meydana gelen kazalar, göçmenler ve yerlerinden edilenler vb.
Van ve Edremit Depremleri 2011 yılında yaşanmış yüzlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına (644 ölü, 1944 yaralı) yol açmıştı. Son bir yılda yakın tarihlerde Silivri, Elazığ, Manisa ve İran (Başkale) depremleri gerçekleşmiştir. Deprem gerçeği kendisini sürekli olarak hatırlatmakta bizi adeta uyarmaktadır.
Türkiye Afet Müdahale Planının (TAMP) amacı;  afet ve acil durumlara ilişkin müdahale çalışmalarında görev alacak hizmet grupları ve koordinasyon birimlerine ait rolleri ve sorumlulukları tanımlamak, afet öncesi, sırası ve sonrasındaki müdahale planlamasının temel prensiplerini belirlemektir. TAMP, ülkemizde yaşanabilecek her tür ve ölçekte, afet ve acil durumlara müdahalede görev alacak, bakanlık, kurum ve kuruluşlar, özel kuruluşlar, STK’lar ve gerçek kişileri kapsar.
TAMP’ ının hedefleri; Hayat kurtarmak, Kesintiye uğrayan hayatı ve faaliyetleri en kısa sürede normale döndürmek, Müdahale çalışmalarını hızlı ve planlı bir şekilde gerçekleştirmek, Halk sağlığını korumak ve sürdürmek, Mülkiyet, çevre ve kültürel mirası korumak, Ekonomik ve sosyal kayıpları azaltmak, İkincil afetleri önlemek ya da etkilerini azaltmak, Kaynakların etkin kullanımını sağlamaktır.
Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü, Afete Hazırlık Eğitim Birimince “Temel Afet Bilinci, Toplum Afet Gönüllüleri, Yapısal Olmayan Tehlikelerin Azaltılması, Depreme Karşı Yapısal Bilinç, gezici deprem simülasyon eğitim tırı (gedset) eğitimleri” verilmektedir.
Halk arasında deprem çantası diye bilinin “Afet Acil Durum Çantası” hazırlayalım ve herkesin bildiği kolay bir yerde bulunduralım. Evimize en yakın “Toplanma Alanlarını” öğrenelim, ailemizle ve çevremizle paylaşalım. Afetler öncesinde evimizde ve işyerinde afet anında nasıl davranacağımızı öğrenelim, planlarımız olsun, provalar yapalım. Toplanma merkezine geldiğimizde görevlilerin uyarı ve Barınma alanlarına doğru yönlendirmelerine uyalım. Afete müdahalenin daha etkili, hızlı ve kolay yapılabilmesi gerekiyorsa kentin boşaltılması için yakın illere tahliye yapılması planlanan noktalara yapılan yönlendirmelere uyalım.
Vatandaşlar olarak gelin duyarlı olalım. Bizi birilerinin kurtarmasını beklemeden ve afetlere yakalanmadan önce eğitimlere katılalım ve bilinçlenelim. Binalarımızı güvenli inşa edelim. Güvenli değillerse güçlendirilebiliyorsa güvenli hale getirelim veya kentsel dönüşümle yeni güvenli binalara geçelim. Doğal Afet Sigortası yaptırmayı ihmal etmeyelim. Hiçbir maliyet hayatlarımızdan daha önemli değildir. Bu çalışmalarda yine ülkemizin en yaygın örgütlü kurumu olan Milli Eğitim Bakanlığı teşkilatı ve okullara önemli görevler düşmektedir. Bu işin hiç şakası yok. Tabikî tüm dersler konular önemlidir. Ancak afetlere hazır olmak ve deprem konusu ülke ve millet olarak bizim birinci ödevimiz olmalıdır. Herşeyi devletten bekleyemeyiz. Zaten devlet dediğimizi biz vatandaşlar oluşturuyoruz. Sağlıklı olan herkes özel bir davet beklemeden muhtarlıklara, kaymakamlıklara ve belediyelere başvurup gönüllü olmak istediğimizi beyan edelim. Biz eğitimciler önce kendimiz eğitimlere katılalım, tüm çalışanlarımızı eğitelim, çocuklarımıza, öğrencilerimize, gençlere ve çevremizdeki komşularımıza bilinç kazandıralım. El ele vermeden başaramayız. El ele verirsek her yükün altından kalkabiliriz. Depremle afetlerle ilgili sürekli konuşalım, yazalım ve okuyalım. Bu bizim hayat gerçeğimiz olsun. Hiçbir şey için geç değildir bir yerden başlayalım.
(*) https://www.afad.gov.tr/tabb-turkiye-afet-bilgi-bankasi (İçişleri Bakanlığı, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı)

RADYODA EĞİTİMİ KONUŞMAK


RADYODA EĞİTİMİ KONUŞMAK
Geçen ay eğitimci-yazar meslektaşım Dr. Nadir ÇOMAK’ın davetlisi olarak İstanbul, Kocaeli, Yalova, Bursa, Manisa, İzmir’de ve internet üzerinden yayın yapan ST Endüstri Radyo dinleyicileri ile “yeni bir akıllı teknolojik uygulamalar” programına konuk oldum.  Network tasarımından karmaşık uygulamaları geliştirmeye kadar geniş bir alanda hizmet veren Workcube’nin kurucusu Hasan AKKAYA ile birlikte eğitim, mesleki eğitim, Altın Bilezik adlı kitabım, Endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm konusunda bir saat söyleştik. İlk kez bir radyo programına konuk oldum. Canlı yayın olmaması bir nebze heyecanımı yatıştırmış olsa da mikrofonla milyonların karşısına daha önce planlanmış ya da hazırlanmış olmayan sorularla geçiyor olmak ister istemez stres oluşturuyor. Kısaca kendimi ve iş yaşamımı tanıttıktan sonra programın iki yapımcısından peş peşe sorular gelmeye başladı. Bu yazıda okuyucularımı sıkmamak için yaklaşık onbeş sayfaya varan program çözümünü özetlemeye çalışacağım.
Otuzbeş yıl önce meslek lisesinden mezun oldum ve bu okula girerken sınava girdim. Çünkü meslek liselerine okutabileceği öğrenciden daha fazlası müracaat etmekteydi. Önemli olan öğrencinin düşük notla girmesi değil öğrencilerin bir mesleği sevmesi ve uygun olan mesleği seçmesidir. Uygun olan bir mesleği seçen ve mesleğini seven öğrenciler mezun olduktan sonra o günlerde olduğu gibi bugün de bence sektörün aradığı nitelikli eleman olarak her zaman el üstünde tutulup iş bulabilir diye düşünüyorum.
Avrupa Birliği ülkeleri kendi aralarında anlaştığı sekiz anahtar yeterlilik, dünya insanının ihtiyaç duyacağı sekiz temel becerileri olarak kabul edilmiş temel becerilerini açıkladı. Neydi bu temel beceriler? Bir anadilde iletişim. İki, Yabancı Dillerde İletişim. Üç, matematik fen ve teknolojide temel yeterlilikler. Dört, dijital yeterlilikler. Bugün hepimizi saran e-devlet uygulamaları ile sağlıktan hukuka hakkımızda olan her türlü bilgiye veya her türlü hizmete devletten talep edebileceğimiz evimizde oturduğumuz yerde cep telefonundan talep edebileceğiniz dijital okuryazarlık ve dijital vatandaşlık diyebileceğimiz dijital yeterlilik. Daha sonra öğrenmeyi öğrenmek yine sosyal ve yurttaşlık yeterliliğini kazanmak. Girişim ve girişimcilik anlayışı ve son olarak da kültürel bilinç ve ifade edebilmek. Biz mesleki eğitimde değil diğer okul türlerinde de bu sekiz anahtar yeterliliği gençlerimize kazandırabilirsek onlara aslında bir hayat boyu öğrenme perspektifi kazandırmış oluyoruz. Bu gençler sadece ülkemizde değil eğer bir yabancı dilde iletişim kurma becerisi elde etmişler ise mesleğini yurtdışında da sürdürebilme hakkını veya şansını yakalayabiliyor olacaklardı ve dolaşıma açık olacaklardı. Biliyorsunuz Avrupa Birliği demek sınırların olmadığı vizenin ya da geçişlerin hareketliliğin kolay olduğu bir ortam olacaktı. Dolayısıyla buradan hareket edersek anahtar yeterlilikler üzerinden biz meslek eğitimi kurgulamaya devam etmemiz lazım.
Devletimiz son onbeş yıldır bu konularda ciddi mesafeler katetti. Malumunuz olduğu üzere öncelikle nüfus sistemimiz e-devlet'e dahil oldu ve daha sonra da Milli Eğitim Bakanlığı e-okul diye yazılım geliştirdi. Türkiye'nin dört bir köşesindeki vatandaş kendi çocuğunun bugün okula gidip gitmediğini, öğretmeninin ona hangi notu verdiğini ya da çocuğunun okuldaki durumuyla ilgili merak ettiği ihtiyacı olan bilgileri öğrenebiliyor. Milli Eğitim Bakanlığının MEBBİS sistemiyle 1 milyon 300 bine yaklaşan öğretmen personel tayinlerini isteyebiliyor, kendi özlük haklarını, kendisinin özlük bilgilerini bu yazılım sistemi üzerinden öğrenir oldu. En son geldiğimiz noktada EBA dediğimiz Fatih Projesi'nin yazılım ağı. Fatih projesi biliyorsunuz açılım olarak fırsatların arttırılması ve teknolojilerin iyileştirilmesi hareketidir. Bunun anlamı nedir? Hakkâri’deki bir çocuk Edirne'deki bir çocukla internet aracılığıyla ve EBA üzerinden aynı öğretmenden aynı dersi dinleme ve her ikisine de bağlayabilmesine imkân sağlayan bir sistemdir. Projede 60 bin okuldan bahsediyoruz ve 18.000.000 öğrenciden bahsediyoruz. Sistem peyderpey faz adı altında bu teknolojik altyapı okullara yerleştiriliyor. Hasan Bey bir önceki konuşmasında bahsetmişti bizim asıl meselemiz zihniyet dönüşümüdür. Yani bu teknolojileri ne kadar altyapıyı hazır kursak bile bizim için önemli olan öğretmenlerin zihinsel olarak bu dönüşüme inanmaları ve sahiplenmeleridir. EBA dediğimiz eğitim bilişim ağı, yazılımların ve ders içeriklerinin bulunduğu bir platforma internet üzerinde çalışan geniş bir platform. Biz öğretmenlerimizi bunun faydalı olduğuna inandıramazsak ve öğretmenlerimiz kendi mesailerinden veya kendi sosyal zamanlarından vakit ayırıp oralara içerik hazırlamak için ciddi bir emek sarf etmeyeceklerdir. Dolayısıyla öğretmenleri bu dönüşümün faydalı olduğuna inandırmamız gerekiyor.
Altın Bilezik adlı kitabı yazmak için otuz yıllık bir birikimle bir yıllık bir emek verdim. Bazı arkadaşlar şaka yollu da olsa şöyle takılıyorlar bana. “Kitap yazdın da ne oldu eline ne geçti” diye. Dedim ki; dünyanın neresinde olursa olsun arama motoruna “Karnemin Sağına bak” diye yazdığınız zaman karşınıza Erol Demir'in internette eğitimheryerde.net sitesindeki makalesi geliyor. Bu yazı ayrıca geçen yılın bu sitede en çok okunan yazısı olmuş.  Bu duygu benim için onlarca liradan ya da onlarca diplomadan onlarca teşekkür takdirden daha önemli ve bu beni çok mutlu ediyor dedim.
Almanların ENDÜSTRİ 4.0’ına mekanik bir toplum eleştirisi yaparak Japonların TOPLUM 5.0’ı tanıtmasıyla bizim de zinde genç nüfusumuzla dinamik öğretmenlerimizle ve gençlerle biz 6.0 adıyla bir model geliştirebilsek bunun adına ne diyebiliriz? İlk aklıma gelen İNSAN 6.0 diyebiliriz. Çünkü ne yaparsak yapalım Yaptığımız her şey insana fayda sağlaması gerekiyor insanı mutlu etmesi gerekiyor. Dolayısıyla insan mutlu olduğu zaman toplum mutlu ve barış içerisinde yaşayabilir. Japonlar biliyorsunuz hem doğal afetlerle hem de arızi olarak savaşla alakalı olarak yaşadıkları acı tecrübeler var ve yaşlanan bir nüfusa sahip ve diyorlar ki biz TOPLUM 5.0 süper akıllı toplumu tarafsız bir ortamda hukuki düzenlemeler yaparak politik önyargılardan ve toplumsal dirençlerden sıyrılmış olarak tüm insanları mutlu etmeye yönelik teknolojik dönüşüm hedefliyoruz yaşanabilir bir toplum hedefliyoruz diyerek Almanlardan farkını doğu toplumunun özelliği olarak ortaya koymuşlardır.
Okullarımız artık 3D yazıcıları kullanır oldu. Hatta bazı meslek liselerimiz kendi 3D yazıcılarını üretebilir hale geldiler. Devamında tüm okul ayırımı yapmaksızın STEM diye bir bizim çalışmalarımız var herkesin bildiği fen teknoloji mühendislik ve matematik uygulamaları hatta daha sonra buna A’da eklendi ve sanat estetikte katıldı. Biliyorsunuz vazgeçemediğimiz bir şey var hepimizin elinde cep telefonu var, sosyal medyayı kullanıyoruz onbeş dakika bakmadan duramıyoruz ama okullarımız için bu güzel bir fırsat olarak okullarımızın çalışmaları da paylaşılabiliyor burada. Dolayısıyla birbirlerinden etkileniyor okullar o ne yapmış ben ne yapmışım ben onu nasıl geliştirebilirim diye bu sosyal medya faydalı olarak eğitimde de kullanılabiliyor.
Dijitalleşme eğitim için kaçınılmaz ve gerekli önemli bir araç. Bu araç, çocuklara ve eğitimine bireyselleşmiş öğrenme imkânı sağlıyor. Öğretmenden ve mekandan arındırılmış hatta öğretmenin her biri kendisine has bir ders anlatma stiline sahip olduğu için standartlaştırılmış bir uygulamadan bir dersten öğrenci mobil uygulamalar sayesinde ama hareket halindeyken ama evindeyken tam öğrenmeyi gerçekleştirebiliyor. Yani sınıfta tam anlayamadı, bazı çocuk bir kere anlıyor bazı çocuk görsel hafızaya sahip aynı zamanda görmesi gerekiyor. O dersin içeriklerini eğitimdeki bu dijital dönüşümle çocuklara tam öğrenme imkanı sağlıyor. Daha çok şöyle, bu yapılan eğitim içeriklerinin bireye ve yeteneklerine uygun yapılandırılmasıdır. Mesela şu sizin hoşunuza gidiyor bir A lokantaya gidiyorsunuz. Siz normal bir menüye bakıyorsunuz menü için diyorsunuz ki ben şunu istemiyorum şurası da böyle olsun ne yapıyor size özel bir menü yapılandırılıyor. Sonuçta hoşunuza gidiyor diyorsunuz ki bana özel bir şey tasarlandı getirildi. Ben Hasan Bey'in bu dijital teknolojileri ya da böyle bir anda yenilikleri çok çabuk tükettiğimizle alakalı sözüyle bir şey çağrışım yaptı. Proje adı altında çok fazla çalışmalar yapıyoruz. Projeyi ortaya koyan insanlar ve bir bütçesi, projenin bir zamanı oluyor bir hedefi oluyor onu tamamlayınca ortadan kalkıyor. Dolayısıyla aynı şekilde teknoloji ile beraber projelerde bir nevi çöp oluyor ve o yaptığımız şey sürdürülebilir olmuyor. Demek ki o zaman ne yapmak lazım buradaki projelerdeki kazanımları çıktıları sisteme yansıtmak lazım. Milli Eğitim, o kadar çok büyük bir sistem yani siz mesleki eğitimde bir düzenleme yaptığınız zaman ortaöğretimin bir parçası bu sınıf geçme sistemi var not verme sistemi var bu üniversite girişlerine etki ediyor. Bir anda bir taraftaki bir düzenleme diğerlerini tetikliyor. Onun için eğitim sistemi toplumun dönüşüm hızına çok çabuk ayak uyduramıyor. Sınav sistemi var öğretmenin yetiştirilmesi var, müfredatlarının hazırlanması var, her birine bir kere başladığınız zaman uzun zaman geçiyor çok kısa zamanlarda hızlı değişiklik yaptığınız da bu sefer de vatandaş diyor ki kardeşim bir çocuk mezun oldu ikinci çocuk farklı bir modelden mezun oldu. Hem toplum değişiyor diyoruz eğitim değişince rahatsızlık oluşuyor. Demek ki bunu eşgüdümlü olarak toplumu da ikna ederek topluma neyin niçin değiştirildiğini iyi anlatarak yapmak lazım Mesela şu anda 2023 eğitim vizyonu çift kanatlı gençlikten bahsediyor diyor ki hem milli, manevi, ahlaki değerlerini öğrensin çocuklar hem de dünyayı tanısın, modem bilimleri ilimleri tanısın. Yine 2023 vizyonuyla alakalı farklılık olarak ne görüyoruz? şu anda bakan il il gezip anlatıyor 2023'te biz şurada olacağız şunun için yapıyoruz diyor. Televizyonlara çıkıyor anlatıyor ve insanlar ilk ne alıyor Çünkü bizim velileri rağmen çocuklarına şu okula gitme deme şansımız yok. Öğretmen de dahil buna öğretmene de bakanımızın söyleyeceği şeyler var. Ziya öğretmen sıfatıyla onların arasına girip büyük veya küçük kitlelerle onlara da neyi niçin yapacağımızı, ülkemizi nereye getirmek için eğitimin nelere ihtiyacı olduğunu çok güzel anlatıyor bakanımız. Biz de hayranlıkla takip ediyoruz.
Teknolojinin insanı yalnızlaştırdığı kabul ediliyor ve söyleniyor buna da kimse itiraz etmiyor. Ama meslek ve meslek sevgisi tek başına kazanılabilecek bir duygu değil. Bizim okullarımızda öğretmenlerimiz atölye meslek dersi öğretmenlerimiz öğrencilerimizin staj yaparken de iş yerinde yine ustaları ve usta öğreticileri devam ediyor çocuklar bir yandan öğretmenlerinden teknik teorik ve teknolojik bilgiler alırken iş yerinde de pratik ve ameli bilgileri ustalarından alıyorlar. Bizim bu ruhu kaybetmememiz lazım. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı biliyorsunuz özel okulları desteklemek Özel okullarda okuyan çocukları destekleme uygulamasını değişikliğe gitti. Ama malum Bir de Özel meslek liseleri açıldı hem OSB bölgelerinin içerisinde olanlar var ve dışında olanlar var. İstanbul'da da İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'nin içerisinde bir özel okulumuz var ve orada binlerce öğrenci sanayinin içerisinde okuyorlar ama ücret ödemiyorlar ve ücretini yine Milli Eğitim Bakanlığı Devletimiz ödüyor çocuklar adına. Farkı, sanayi yakın olması sanayinin içinde olması ve oradaki ustaların gelip okulda ders anlatabiliyor olmasına çocuklarında anlattıklarını doğrudan gerçek hayatlar ayağı piyasada orada uygulama şansı yakalıyor olmalarıdır. Ülkemizde farklı olarak özel son iki yılda açılan birkaç meslek okulumuz var onları söylemeden geçmeyelim. Aselsan bünyesinde savunma havacılık sanayisine eleman yetiştiren bir okulumuz açıldı. bzim İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlı olarak ilk defa Türkiye'de Galatasaray Koleji'nin Galatasaray Üniversitesi'ne bağlı olmasından sonra ilk defa bir meslek lisesi, lise düzeyinde bir okul üniversiteye bağlı oldu başında da bir profesör müdürü var. Dolayısıyla bunlar mesleki eğitim için önemli açılımlar. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Ama ümitliyiz biliyorsunuz, Milli Eğitim Bakanlığı bu yıl 14. uluslararası robot yarışmasını da organize ediyor ve değerlerimizi de işliyor içinde. Urfa'da Göbekli Tepe’de yapılıyor bu yarışma. Bu yarışmanın bir farkı şu; ilk defa ortaokul kategorisi de açıldı bu robot yarışmasında. Demek ki biz aslında dijital dönüşümde teknolojide ortaokullara kadar indik. Bir yandan çocuklar elinde cep telefonunu tableti interneti bilgisayarı bırakmıyor diyoruz ama bunu çocuklara faydası da var. Çocuklar robotik kodlama atölyelerinde çalışıyorlar, robot üretiyorlar ve lisedeki abilerinin katıldığı bu yarışmada kendilerine göre bir kategoride yarışıyorlar. Dolayısıyla güzel şeyler oluyor diye düşünüyorum
Size bir araştırmamdan bahsetmek istiyorum. Kasım ayında 679 öğrenciye meslek liselerinde 9 ve 10. Sınıfta eğitim gören 679 öğrenciye bir anket uyguladım. Ankette sordum? Dedim ki; Sizce meslek sahibi olmak bu toplumda olumlu bir algıya sahip midir? Herkes evet demiş. Peki, bu okulu bitirdiğinizde üniversiteye gitmek ister misiniz? Diye sormuşum. 9 sınıftakilerin % 95'i onuncu sınıftakilerin yaklaşık % 65'i evet demiş ama meslek liselerini buradan ayrı tutmuşlar o soruda ki algı seviyesi biraz daha düşük. Yani bizim mesleki eğitimde algıyı arttırmamız lazım. Algıyı arttırmak için de reklam tarzında bir şey yapmamız gerekmiyor. Mezun ettiğimiz öğrenciler eğer mezuniyetinden çok kısa bir zaman sonra kendi mesleğinde işe girebiliyorlarsa en büyük reklam budur. Çünkü bizim hepimizin işe ihtiyacımız var, çocuklarımızın hepsinin işe ihtiyacı var. Mesleğine sahip olduğu, diplomasını aldığı anda en kısa sürede işe giren çocuk ve mezunlarını işe sokan okul zaten kendi reklamını yapmış oluyor.
Biliyorsunuz meslek liseleri kuruluş gayesi açısından üniversiteye öğrenci yetiştiren okullar değil. Ama biz meslek liseleri çatısı altında Anadolu Teknik programı ve Anadolu meslek programı diye iki farklı program uyguluyoruz. Anadolu Teknik programı bir üst öğrenime yani üniversiteye öğrenci yetiştiren okullar olarak dolu. Meslek Lisesi olarak mezun olduğunda sektörde nitelikli eleman olarak çalışacak insanlar yetiştiriyor. Oran yaklaşık lisans kazanma oranı yüzde altı ön lisansta falan beraber %30, %35 civarında dolayısıyla bu kötü bir sonuç değil. Bulunduğumuz noktada sektör mesleki eğitime sahip çıktı. Sektörle okulların buluşması sağlandı, hamilik projesi uygulandı. Mesleki Teknik eğitimde “İstanbul Modeli” ile meslek liseleri sektöründeki firmalarla eşleştirildi. İstanbul modelinde her okulun artık bir eşleştirildiği firma var ve bir okulun bir hamisi var ve bunu Ticaret Odası Sanayi Odası bizzat takip ediyor. Hamilerin sorumlulukları ve yükümlülükleri gönüllülük esasına dayanıyor. Bir protokol imzalanıyor. Çocukları çeşitli sektörel fuarlara getiriyorlar, mezunlara iş imkanı sunuyorlar. Ustalar gelip okullarda öğretmen ile beraber çocuklara gerçek pratik iş yaşamını anlatıyorlar. Yine başarılı iş adamları çocuklara kariyerle alakalı olarak ufuk açıcı konuşmalar yapıyor. Okullarının altyapılarını donanımlarını atölye ve laboratuvarlarını güncelliyor bu sektör sahipleri. Dolayısıyla artık şunu söyleyebiliriz; ilçelerde kurulan mesleki teknik okullar yönetim kurulu var İlçe Müdürü veya Şube Müdürü başkanlığında okul müdürleri ve sektörünün temsilcileri firmaların sahiplerinin olduğu. Artık söz sektörde ve sektör artık mesleki eğitimde söz sahibi diyebiliriz.
Almanya’daki durum biraz farklı, Almanya'da belgelendirmeyi ve işyeri açma yetkisini hala oradaki ticaret ve sanayi odaları ve Esnaf Odaları yapıyor. Bizde ise biz çocuklara çok hızlı belgeler veriyoruz. Mesela benim muhalefet ettiğim Meslek Lisesi bitiren bir öğrenciye biz hem meslek lisesi diploması, hem işyeri açma belgesi, hem teknisyenlik unvanı, hem EuroPASS eki hem de modül sertifikası adıyla bir unvan bir diploma üç tane belge veriyoruz. Dolayısıyla çocuklar, mezun olunca çok kâğıtlı ama yetenek olarak uygulama olarak biraz eksikler. Çünkü sektör çocukların beceri düzeyinden şikâyet ediyor bunu saklamamak lazım.
İstanbul Ticaret Odası ile birkaç yıl önce Avusturya'ya teknik gezi düzenledik. Heyetimizin Başkanı aynı zamanda bir önceki Ticaret Odası Başkanımız bana gezide şöyle söyledi; “Erol Hocam, biz niye bunları başaramıyoruz bizim neyimiz eksik” dedi. Neyimiz yok yağımız mı yok şekerimiz mi yok, ateşimiz mi yok, neyimiz eksik dedi. Ben bu sözden çok etkilendim. Başkanım hiçbir şeyimiz eksik değil hepsi var. Sadece el ele vermemiz lazım demiştim ama bu bana dokundu. Ve ben bunu bir yere yazdım. Memlekete dönünce dedim ki onlar ne yapmış biz ne yapmamışız? Neyi yapıyoruz? Neyi yapmıyoruz ve süreç analizi yaptım. Dedim ki mesleki eğitimi sektörün de kabul ettiği şekilde yeniden yapılandırmamız lazım. Nedir bu yeniden yapılandırma? Öncelikle her gencin severek öğrenebileceği mutlaka bir mesleği vardır. Önemli olan bizim bu mesleği öğrenci ile beraber velisiyle beraber tespit etmektir. O meslekle onu tanıştırmak ve ona bu imkânı sağlamaktır. İş başında meslek öğrenmek, üç yıl boyunca çocuklara cep harçlığı vermek ve sigortayı okula Meslek Lisesine kayıt olunca başlatmak ve mezun olduğunda da staj yaptığı yerde iş imkânı sağlamaktır. Dolayısıyla bunları biz çocuklara sağlayabilir, sektörü de inandırabilirsek, sistemi de yeniden yapılandırabilirsek otuz yıl önce olduğu gibi gerek Hasan Bey'in gerek benim olduğum dönemdeki gibi bu okullara artık kapasitesinin üstünde müracaat olacaktır ve biz en iyi çocukları seçerek sınavla almak noktasına erişmiş olacağız.
Nadir hocam, Hasan hocam, beni bu programa davet ettiğiniz ve Endüstri Radyo dinleyicileri ile buluşturduğunuz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Program öncesi nasıl geçecek bu bir saat diye kara kara düşünürken bir bakmışız zaman su gibi akmış ve geride daha konuşacak çok şeyler kalmıştır.

ÜÇ MÜZE, ÜÇ KONU VE EĞİTİM

ÜÇ MÜZE, ÜÇ KONU VE EĞİTİM

Günümüzde farklılıkların eğitime katılması anlayışı, çocukların öğrenme ve öğretimine katkısı olabilecek birçok etkenle birlikte düşünülür olmuştur. Uygulamaya konulan yeni ilköğretim programına göre, öğretim tek başına ne sınıf ortamında yapılır ne de başlıca kaynağı okul kitaplarıdır. Son yıllarda hızla gelişen ve aynı oranda insanların günlük kullanımına giren teknolojik gelişmeler ve buna bağlı olarak insanın öğrenme becerileri hakkındaki araştırmalar bu sonucu doğurmuştur. Buna bağlı olarak farklı öğrenme tekniklerinden ve öğrenme için farklı ortamlardan yararlanma eğitimin merkezine oturmuştur.(1) Buna rağmen okullar hala eğitim-öğretimin çoğunlukla yapıldığı ortamlar olma önem ve önceliğini korumaktadır.
Okul dışında eğitime destek amaçlı sinema, tiyatro, hayvanat bahçesi ve müzelerde planlı faaliyetlerle eğitim-öğretim sürecinin daha zevkli hale getirilerek çeşitlendirilmesine çalışılmaktadır. Bunlar içinde en yaygın olan eğitim amaçlı planlanmış bir müze gezisinde; müze temasının, dersin konusuyla örtüşmesi halinde eğer imkan varsa müze içinde gerçekleştirilecek aktivitelerle önemli katkıları olabilecektir. Bu katkının azami düzeye çıkarılabilmesi için müze gezisi öncesinde plan yapma ve bilgi toplanması, gezi sırasında varsa profesyonel rehber eşliğinde gezilmesi ve gezi sonrasında toplanan broşürlerin incelenmesi, edinilen bilgilerin derlenmesi ve üzerine derste paylaşım, değerlendirme ve tartışmayla pekiştirilmesi daha faydalı olacaktır. Müzenin gezilmesi öncesinde müzeler, müzedeki tematik konu, tarihi ve kişiler hakkında bilinenler ve sonrasındaki bilinenler ile algı değişiminin ve kazanımların bilimsel bir ölçekle ölçülmesi belki de raporlaştırılması sonraki çalışmalara fayda sağlayabilir.
Müzecilik, üniversitelerin edebiyat fakültelerinde dört yıllık lisans düzeyinde eşit ağırlık puanıyla öğrenci alan ve eğitimi verilen profesyonel bir alandır. Sadece tarih, coğrafya ve görsel sanatlar öğretmenlerinin değil tüm öğretmenlerin öncelikle dersin konularıyla ilgili müzeleri bilmeleri ve öğrencileriyle gezmeleri faydalı olacaktır. Bunun dışında müzelerin sadece turistik ve kültürel bilinç amaçlı da gezilmesi mümkündür. Müzelerin eğitimde daha aktif kullanılması, isteğe bağlı olmayıp özellikle Güzel Sanatlar Liseleri öğrencileri için zorunlu bir eğitim faaliyeti olmalıdır. Müze ziyaretleri, sadece çocukluk-gençlik ve öğrencilik döneminde değil her insan için hayatboyu kültürel bir faaliyet olarak da görülmelidir. Yine de eğitim amaçlı müze gezisinde müzenin yaş grubu ve okul türüyle ilgili olması faydasını artıracaktır. Çikolata müzesine lise öğrencilerinin getirilmesi gibi. Ülke, millet ve toplum olarak yaşanılan bir faciayı anlatan bir müze ilk bakışta travmatik gibi gelse de tarihsel gerçeklerin bilinmesi ve tekrar yaşanmaması için bilinç oluşturulmasına fayda sağlayabilir.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; müze (Fransızca musée), sanat ve bilim eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapıdır. Müzeler, kültür varlıklarını tespit eden, ilmi metotlarla açığa çıkaran, inceleyen, değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın kültür ve tabiat varlıkları konusundaki eğitimini, bedii (güzellik, gözü gönlü okşayan) zevkini yükselten, dünya görüşünü geliştirmede tesirli olan daimi kuruluştur. (2) Bir kişi ya da kurumun sahip olduğu koleksiyonları bir mekanda sergilemesi orayı müze yapmaz. Müzecilik, izin alınması, tescil edilmesi, uzun zamanda bilgi, belge, obje toplanması, saklanması, restore edilmesi, korunması, tanıtılması, gezilmesi için işletmeye açılması,  masraflı, zahmetli ve uzmanlık gerektiren bir alandır.
Modern müzelerde asansör, yürüyen merdiven gibi erişimi kolaylaştırıcı araçlar, yerine göre ses, görüntü ve kulaklıkla anlık bilgi aktarımı, düzenlemeye göre belli bir güzergah çizilerek planlı gezilmesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde müzeler, dijital ortama aktarılarak internet ortamında sanal olarak gezilebilmesine imkan sağlamaktadır.
Müzenin Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne kayıt ve tescili olması gerekir. Ülkemizde devlete ait tescilli 199 müze bulunmaktadır. Bunun dışında özel şahıs, şirketler, sivil toplum örgütleri (dernek-vakıf), Kamu Kurum ve Kuruluşları, üniversiteler, il özel idareleri, Kaymakamlık, Valilik ve belediyelere ait 269 adet tescilli özel müzemiz bulunmaktadır. En çok ziyaretçi alan ilk üç müze sırasıyla Konya Mevlana Müzesi 2.429.573 kişi, İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi 1.463.562 kişi, İstanbul Ayasofya Müzesi 1.436.577 kişi olarak kayıtlara geçmiştir.(3)
Hemen her ilde varolan kent müzeleri yanında İlk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk için farklı illerde çok sayıda ve 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın memleketi Malatya’da olduğu gibi önemli tarihi kişiliklerin adına kurulmuş müzeler yanında tematik alanda hizmet veren ilginç sayılabilecek müzelerimiz de bulunmaktadır. Bunların bazılarını sıralayacak olursak; arıcılık, kağıt, kilim, halı, baklava, sağlık, zeytinyağı, enerji, bıçak, hamam, cezaevi, pul, okçuluk, çikolata, balmumu heykel, otomobil, uçak, basın, çini, müzik, oyuncak ve tesbih müzeleri gibi.
Müze gezisinin ve eğitiminin faydaları; kültürel mirasla bağ kurmak, toplumsal kültüre aidiyet, boş zamanın değerlendirilmesi, öğrenme ve hayal etme, yaratıcı düşünmeye destek, yanlış bilinenlerin somut maddi kanıtlarla doğrusunun öğrenilmesi, kitapta veya bilgisayarda görülenlerin gerçeklerinin görülmesiyle bir bağ kurulup kalıcı öğrenme gerçekleşebilir, sanat ve estetik duygusunu geliştirir, kültürün insanlık için kıymetini öğretir, alternatif bir öğrenme yöntemi olabilir.
Müze ve Ören yerlerine Girişlerde Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönerge’ de 2019 yılında yapılan düzenlemeye göre; 18 yaş ve altındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençler ve çocuklar ile bu yaş grubundaki öğrenci gruplarına refakat eden öğretmenler, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı resmi ve özel ilk ve orta öğretim kurumlarında görev yapmakta olan öğretmenler geçerli kimlik kartlarını ibraz etmeleri kaydıyla; Üniversitelerin sanat tarihi ve arkeoloji bölümlerinde öğrenim gören öğrenciler geçerli bir öğrenci kimlik kartı ibraz etmeleri kaydıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı müze ve ören yerlerine ücretsiz giriş yapabilirler.
Bu yazıda, bizzat giderek yerinde ziyaret edip gözlem yaptığım Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makineleri Müzesi, İstanbul Cumhuriyet Eğitim Müzesi ve Adell Ab-ı Hayat Anadolu Su Medeniyetleri Müzesi hakkında kısa bilgi vermeye çalışılmıştır.
Bakırköy’de Nefus Nakiboğlu Özel Eğitim Okulu ve Neksav Vakfı Rehabilitasyon Merkezi hizmet binasındaki Hilmi Nakipoğlu Fotoğraf Makineleri Müzesinde, Neksav Vakfının ve özel eğitim/öğretim kurumu kurucusu Hilmi Nakipoğlu'nun topladığı fotoğraflar ve fotoğrafçılıkla ilgili malzemeler sergileniyor. Bunlar arasında en eskisi 1896'da yapılmış fotoğraf makinesinden başlayarak günümüze kadar gelen çeşitli marka ve ölçüde bine yakın fotoğraf makineleri var. Ayrıca taşınabilen ve taşınamayan stüdyo tipi fotoğraf makineleri, çift objektifli makineler, casus veya mini makineler, Leica filmle kullanılan makineler, poloraid filmle kullanılan makineler de onları tamamlamaktadır. Başta Roll filmi olmak üzere çeşitli filmler ve aksesuarlar da burada bulunmaktadır. Müze koleksiyon kültürünün tanıtılması ve özellikle çocuklara ve gençlere öğretilmesi amacıyla kurulmuş. Müze fotoğrafçılık ve makinelere tutkulu olan herkesin gezip görmesi gereken bir yer. 1896’dan günümüze kadar gelen makineler ve onların teknolojik değişimleri insanı kendisine çekiyor. Her bir makine kendine hayran bırakacak güzelliktedir.(4)
Sözlü rivayet, yazılı belgeler ve çeşitli materyal ve yöntemle elle çizilen resimlerden sonra gözün gördüğü gibi görüntünün kağıda aynı şekilde ilk olarak siyah-beyaz bile olsa fotoğraf olarak çekilmesinin kağıda basılmasının başarılmış olması tarihin çok önemli buluşlarından biridir. İlk fotoğraf makinası, bir insanın taşıyamayacağı karanlık kutulardayken bugün şarj edilebilen pille çalışan dijital renkli çekim yapan, hafızasına kaydeden, wifi ile yazıcı veya baskı makinelerine bağlanabilen ve kağıda baskıya gerek olmadan ekranda büyütüp küçültülerek izlenebilen ceplere sığabilen akıllı cihazlara dönüşmüştür. Yüz yılı aşkın bir süredir insanlar kendi fotoğraflarını çektirmeye, albümler hazırlayıp anılarını saklamaya başlamışlardır. Günümüzde bu durum taşınabilir hafıza kartlarına yüklenen dijital görüntülere dönüşmüştür. Anı ölümsüzleştirmek ve tarihe not düşmek olarak deyimleşen fotoğraf çekmek/çektirmek fotoğraf makinelerinin tarihsel gelişimini bu müzeyi gezerek öğrenerek daha anlamlı hale gelebilir.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü Cumhuriyet Eğitim Müzesi, 1998 yılında Fatih İlçesinde Sultanahmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin (Endüstri Meslek Lisesi) bahçesindeki “1454 yılında inşa edilmiş Tarihi Kılıçhane Binası”’nda kurulmuştur. Cumhuriyet Eğitim Müzesi’nde sergilenen eşyalar, İstanbul’daki tarihi okullarımız taranarak eğitim tarihimizin son 150 yıllık döneminde kullanılan ders araç, gereç ve malzemelerle belge ve eşyalar sergilenmektedir. Hafta içi ücretsiz olarak ziyaretçilere açık olan Cumhuriyet Eğitim Müzesi’ni ağırlıklı olarak ilköğretim ve ortaöğretim öğrenci ve öğretmenleriyle veliler gezmektedir. Müzeyi yükseköğrenim öğrencileri de özellikle üniversitelerin “Müzecilik Bölümü” öğrencileri gezmektedir. Cumhuriyet Eğitim Müzesi, Sultanahmet’te müzelerin yoğun olduğu bir bölgede olduğundan yabancı turistler de gezmektedir. Yıllık 5.000 kişiyi bulmaktadır. Müze bu ziyaretçi potansiyeliyle İstanbul’da hizmet vermekte olan “Meslek Müzeleri” içerisinde en çok ziyaretçisi olan müzelerin başında gelmektedir. Müzede sergileme: mimari yapıya uygun olarak düzenlenmiştir. Eski kılıçhane binası olması sebebiyle yapıda bulunan bölmeler müze amacına uygun olarak kullanılmış ve teşhir açısından kolaylık sağlamaktadır. (5)
Eğitim Müzesinde, bugün okullarımızda kullanmadığımız belki kitaplarda ve filmlerde rastladığımız malzemeleri, okullarda tutulan ilk kayıt ve defterler, büro, sınıf ve laboratuvarlarda kullanılan araç-gereçleri, eğitim teknolojinin ulaştığı noktayı, nerelerden nerelere geldik dedirtecek bir ortam sunmaktadır. Müzenin bulunduğu eşsiz manzara ve mekanın tarihi ve dokusu nefes kesecek düzeyde etkileyicidir. Gitmişken müzenin yer aldığı tarihi Sultanahmet Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinin gezilmesini de tavsiye ederim.
Başakşehir ilçemizde sadece ülkemizin değil Avrupa’nın en büyük İkitelli Organize Sanayi Bölgesi içinde bulunan ADELL Ab-ı Hayat Anadolu Su medeniyetleri koleksiyonu ve müzesi de yaklaşık 30 yıl önce bir hayalle, bir eserin satın alınmasıyla başlamış. Geldiği noktada dünyamızın eşsiz bir koleksiyonlarından biri haline gelmiştir. Koleksiyonda metal, ahşap, deri, tekstil, cam mamullerden geleneksel el sanatları yoluyla yapılmış, Roma, Bizans döneminden başlayan Selçuklu, Osmanlı ve yakın dönem Cumhuriyet dönemine uzanan zamanlara ait zamanın tanıkları diyeceğimiz eşsiz eserler yer almaktadır. Eşsiz Anadolu Su Medeniyetlerimizin son tanıkları olan bu eşsiz eserler, kaybolmakta olan medeniyetimizden günümüze kalabilen şanslı eserler sayılabilir.
Koleksiyon, 2000/2500 yıllık Roma-Bizans döneminden günümüze kadar suyun, su kültürünün tarihini bizlere aktarıyor. Anadolu Su Medeniyet tarihi gelişiminin kronolojik bir sıralamayla yer aldığı koleksiyon ve müze Türkiye’de, belki de dünyada bir ilk sayılabilir. Tarihi eserleri biriktirmeye dayanan klasik müzeciliğin ötesinde nostaljik bir deneyim, bu medeniyet değerlerini, DNA kodlarımızı gençlere, yeni nesillere taşımak misyonuyla hareket edilen çalışmada her bir eser uzmanlar tarafından özenle kontrol edilerek müzeye kazandırılıyor. TC Kültür Bakanlığı ve Türk İslam Eserleri müzesi, TC Sağlık, Milli Eğitim ve Su İşleri Bakanlıkları ile koordineli çalışılıyor, ulusal ve uluslararası etkinliklere katılıyor.  Adell Ab-ı Hayat Su medeniyetleri koleksiyonuyla çok köklü̈ bir geçmişe dayanan su medeniyetimizin geçirdiği evrelerin, gündelik yaşantımızda kamusal ya da özel her alanında temizlik ve ibadetlerimiz için vazgeçilmez olan suyla nasıl hayat bulduğunun müze ile, sergilerle, konferanslarla, kongrelerle Başakşehir'li sakinlerin, İstanbul, ülke ve dünya insanın gözlerinin önüne serilmesi ve geniş kitlelerle buluşturulması amaçlanmıştır.(6)
Müzenin sahibi Recep Ali Topçu, ziyaretçi ve misafirleri içtenlikle karşılaması, gezerken bilgilendirmesi, suyun manevi değerini hissettirmesi, su deyip geçilemeyeceğini ilginç anekdotlarla bağlantılı anlatması unutulmayacak bir anı olarak hafızalarda yer etmektedir. Suyun başta insan tüm canlılar için hava gibi vazgeçilmez hayati bir nimet olduğunu, bir damlasının bile israf edilmemesi ve tasarruflu kullanılması gerektiğini, sudan yaratılmış olmaktan gelen su kardeşliğine vurgu yaparak insan ve suyun serüvenini bir sanatçı edasıyla doyumsuz sunumuna bayılacağınıza eminim. Herşeyi ne kadar daha detaylı da anlatsam gezmeden, görmeden ve yaşamadan olmaz. İlk fırsatta bu yazıyı okuyanların başta kendisinin sonrasında çevresindeki herkese bu müzeleri (ücretsiz) gezmelerini şiddetle tavsiye edeceklerini düşünüyorum.
(1)     A. Önder, O. Abacı, I. Kamaraj, Müzelerin Eğitim Amaçlı Kullanımı Projesi İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki Marmara Örneklemi, Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Yıl 2009 (1) 25. Sayı, s. 104
(2)     https://teftis.ktb.gov.tr/TR-14442/muzeler-ic-hizmetler-yonetmeligi.html
(3)     https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-180800/2016-yili-muze-istatistikleri.html
(4)     http://www.cameramuseum.com.tr/tr/page/Muzemiz-Hakkinda
(5)     http://www.fatih.gov.tr/cumhuriyet-egitim-muzesi
(6)     http://basaksehir.gov.tr/adell-ab-i-hayat-anadolu-su-medeniyetleri-muzesi-basaksehirde

MESLEKİ EĞİTİM AFORİZMALARI

Hayaller kurulmadan hayatta beklenen değişiklikler ve güzel çalışmalar kendiliğinden gerçekleşmiyor. Bizim planımız kurgumuz dışında başkal...