RADYODA EĞİTİMİ KONUŞMAK
Geçen
ay eğitimci-yazar meslektaşım Dr. Nadir ÇOMAK’ın davetlisi olarak İstanbul,
Kocaeli, Yalova, Bursa, Manisa, İzmir’de ve internet üzerinden yayın yapan ST
Endüstri Radyo dinleyicileri ile “yeni bir akıllı teknolojik uygulamalar”
programına konuk oldum. Network
tasarımından karmaşık uygulamaları geliştirmeye kadar geniş bir alanda hizmet
veren Workcube’nin kurucusu Hasan AKKAYA ile birlikte eğitim, mesleki eğitim, Altın
Bilezik adlı kitabım, Endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm konusunda bir saat
söyleştik. İlk kez bir radyo programına konuk oldum. Canlı yayın olmaması bir
nebze heyecanımı yatıştırmış olsa da mikrofonla milyonların karşısına daha önce
planlanmış ya da hazırlanmış olmayan sorularla geçiyor olmak ister istemez
stres oluşturuyor. Kısaca kendimi ve iş yaşamımı tanıttıktan sonra programın
iki yapımcısından peş peşe sorular gelmeye başladı. Bu yazıda okuyucularımı
sıkmamak için yaklaşık onbeş sayfaya varan program çözümünü özetlemeye
çalışacağım.
Otuzbeş
yıl önce meslek lisesinden mezun oldum ve bu okula girerken sınava girdim.
Çünkü meslek liselerine okutabileceği öğrenciden daha fazlası müracaat
etmekteydi. Önemli olan öğrencinin düşük notla girmesi değil öğrencilerin bir
mesleği sevmesi ve uygun olan mesleği seçmesidir. Uygun olan bir mesleği seçen
ve mesleğini seven öğrenciler mezun olduktan sonra o günlerde olduğu gibi bugün
de bence sektörün aradığı nitelikli eleman olarak her zaman el üstünde tutulup
iş bulabilir diye düşünüyorum.
Avrupa
Birliği ülkeleri kendi aralarında anlaştığı sekiz anahtar yeterlilik, dünya
insanının ihtiyaç duyacağı sekiz temel becerileri olarak kabul edilmiş temel
becerilerini açıkladı. Neydi bu temel beceriler? Bir anadilde iletişim. İki,
Yabancı Dillerde İletişim. Üç, matematik fen ve teknolojide temel yeterlilikler.
Dört, dijital yeterlilikler. Bugün hepimizi saran e-devlet uygulamaları ile
sağlıktan hukuka hakkımızda olan her türlü bilgiye veya her türlü hizmete
devletten talep edebileceğimiz evimizde oturduğumuz yerde cep telefonundan
talep edebileceğiniz dijital okuryazarlık ve dijital vatandaşlık
diyebileceğimiz dijital yeterlilik. Daha sonra öğrenmeyi öğrenmek yine sosyal
ve yurttaşlık yeterliliğini kazanmak. Girişim ve girişimcilik anlayışı ve son
olarak da kültürel bilinç ve ifade edebilmek. Biz mesleki eğitimde değil diğer
okul türlerinde de bu sekiz anahtar yeterliliği gençlerimize kazandırabilirsek
onlara aslında bir hayat boyu öğrenme perspektifi kazandırmış oluyoruz. Bu gençler
sadece ülkemizde değil eğer bir yabancı dilde iletişim kurma becerisi elde
etmişler ise mesleğini yurtdışında da sürdürebilme hakkını veya şansını
yakalayabiliyor olacaklardı ve dolaşıma açık olacaklardı. Biliyorsunuz Avrupa
Birliği demek sınırların olmadığı vizenin ya da geçişlerin hareketliliğin kolay
olduğu bir ortam olacaktı. Dolayısıyla buradan hareket edersek anahtar
yeterlilikler üzerinden biz meslek eğitimi kurgulamaya devam etmemiz lazım.
Devletimiz
son onbeş yıldır bu konularda ciddi mesafeler katetti. Malumunuz olduğu üzere öncelikle
nüfus sistemimiz e-devlet'e dahil oldu ve daha sonra da Milli Eğitim Bakanlığı
e-okul diye yazılım geliştirdi. Türkiye'nin dört bir köşesindeki vatandaş kendi
çocuğunun bugün okula gidip gitmediğini, öğretmeninin ona hangi notu verdiğini
ya da çocuğunun okuldaki durumuyla ilgili merak ettiği ihtiyacı olan bilgileri
öğrenebiliyor. Milli Eğitim Bakanlığının MEBBİS sistemiyle 1 milyon 300 bine
yaklaşan öğretmen personel tayinlerini isteyebiliyor, kendi özlük haklarını,
kendisinin özlük bilgilerini bu yazılım sistemi üzerinden öğrenir oldu. En son
geldiğimiz noktada EBA dediğimiz Fatih Projesi'nin yazılım ağı. Fatih projesi
biliyorsunuz açılım olarak fırsatların arttırılması ve teknolojilerin
iyileştirilmesi hareketidir. Bunun anlamı nedir? Hakkâri’deki bir çocuk
Edirne'deki bir çocukla internet aracılığıyla ve EBA üzerinden aynı öğretmenden
aynı dersi dinleme ve her ikisine de bağlayabilmesine imkân sağlayan bir
sistemdir. Projede 60 bin okuldan bahsediyoruz ve 18.000.000 öğrenciden
bahsediyoruz. Sistem peyderpey faz adı altında bu teknolojik altyapı okullara
yerleştiriliyor. Hasan Bey bir önceki konuşmasında bahsetmişti bizim asıl
meselemiz zihniyet dönüşümüdür. Yani bu teknolojileri ne kadar altyapıyı hazır
kursak bile bizim için önemli olan öğretmenlerin zihinsel olarak bu dönüşüme
inanmaları ve sahiplenmeleridir. EBA dediğimiz eğitim bilişim ağı, yazılımların
ve ders içeriklerinin bulunduğu bir platforma internet üzerinde çalışan geniş
bir platform. Biz öğretmenlerimizi bunun faydalı olduğuna inandıramazsak ve öğretmenlerimiz
kendi mesailerinden veya kendi sosyal zamanlarından vakit ayırıp oralara içerik
hazırlamak için ciddi bir emek sarf etmeyeceklerdir. Dolayısıyla öğretmenleri
bu dönüşümün faydalı olduğuna inandırmamız gerekiyor.
Altın
Bilezik adlı kitabı yazmak için otuz yıllık bir birikimle bir yıllık bir emek
verdim. Bazı arkadaşlar şaka yollu da olsa şöyle takılıyorlar bana. “Kitap
yazdın da ne oldu eline ne geçti” diye. Dedim ki; dünyanın neresinde olursa
olsun arama motoruna “Karnemin Sağına bak” diye yazdığınız zaman karşınıza Erol
Demir'in internette eğitimheryerde.net sitesindeki makalesi geliyor. Bu yazı
ayrıca geçen yılın bu sitede en çok okunan yazısı olmuş. Bu duygu benim için onlarca liradan ya da
onlarca diplomadan onlarca teşekkür takdirden daha önemli ve bu beni çok mutlu
ediyor dedim.
Almanların
ENDÜSTRİ 4.0’ına mekanik bir toplum eleştirisi yaparak Japonların TOPLUM 5.0’ı tanıtmasıyla
bizim de zinde genç nüfusumuzla dinamik öğretmenlerimizle ve gençlerle biz 6.0
adıyla bir model geliştirebilsek bunun adına ne diyebiliriz? İlk aklıma gelen İNSAN
6.0 diyebiliriz. Çünkü ne yaparsak yapalım Yaptığımız her şey insana fayda
sağlaması gerekiyor insanı mutlu etmesi gerekiyor. Dolayısıyla insan mutlu
olduğu zaman toplum mutlu ve barış içerisinde yaşayabilir. Japonlar
biliyorsunuz hem doğal afetlerle hem de arızi olarak savaşla alakalı olarak
yaşadıkları acı tecrübeler var ve yaşlanan bir nüfusa sahip ve diyorlar ki biz TOPLUM
5.0 süper akıllı toplumu tarafsız bir ortamda hukuki düzenlemeler yaparak politik
önyargılardan ve toplumsal dirençlerden sıyrılmış olarak tüm insanları mutlu
etmeye yönelik teknolojik dönüşüm hedefliyoruz yaşanabilir bir toplum
hedefliyoruz diyerek Almanlardan farkını doğu toplumunun özelliği olarak ortaya
koymuşlardır.
Okullarımız
artık 3D yazıcıları kullanır oldu. Hatta bazı meslek liselerimiz kendi 3D
yazıcılarını üretebilir hale geldiler. Devamında tüm okul ayırımı yapmaksızın STEM
diye bir bizim çalışmalarımız var herkesin bildiği fen teknoloji mühendislik ve
matematik uygulamaları hatta daha sonra buna A’da eklendi ve sanat estetikte
katıldı. Biliyorsunuz vazgeçemediğimiz bir şey var hepimizin elinde cep
telefonu var, sosyal medyayı kullanıyoruz onbeş dakika bakmadan duramıyoruz ama
okullarımız için bu güzel bir fırsat olarak okullarımızın çalışmaları da
paylaşılabiliyor burada. Dolayısıyla birbirlerinden etkileniyor okullar o ne yapmış
ben ne yapmışım ben onu nasıl geliştirebilirim diye bu sosyal medya faydalı
olarak eğitimde de kullanılabiliyor.
Dijitalleşme
eğitim için kaçınılmaz ve gerekli önemli bir araç. Bu araç, çocuklara ve eğitimine
bireyselleşmiş öğrenme imkânı sağlıyor. Öğretmenden ve mekandan arındırılmış hatta
öğretmenin her biri kendisine has bir ders anlatma stiline sahip olduğu için standartlaştırılmış
bir uygulamadan bir dersten öğrenci mobil uygulamalar sayesinde ama hareket
halindeyken ama evindeyken tam öğrenmeyi gerçekleştirebiliyor. Yani sınıfta tam
anlayamadı, bazı çocuk bir kere anlıyor bazı çocuk görsel hafızaya sahip aynı
zamanda görmesi gerekiyor. O dersin içeriklerini eğitimdeki bu dijital
dönüşümle çocuklara tam öğrenme imkanı sağlıyor. Daha çok şöyle, bu yapılan eğitim
içeriklerinin bireye ve yeteneklerine uygun yapılandırılmasıdır. Mesela şu sizin
hoşunuza gidiyor bir A lokantaya gidiyorsunuz. Siz normal bir menüye
bakıyorsunuz menü için diyorsunuz ki ben şunu istemiyorum şurası da böyle olsun
ne yapıyor size özel bir menü yapılandırılıyor. Sonuçta hoşunuza gidiyor
diyorsunuz ki bana özel bir şey tasarlandı getirildi. Ben Hasan Bey'in bu
dijital teknolojileri ya da böyle bir anda yenilikleri çok çabuk tükettiğimizle
alakalı sözüyle bir şey çağrışım yaptı. Proje adı altında çok fazla çalışmalar
yapıyoruz. Projeyi ortaya koyan insanlar ve bir bütçesi, projenin bir zamanı
oluyor bir hedefi oluyor onu tamamlayınca ortadan kalkıyor. Dolayısıyla aynı
şekilde teknoloji ile beraber projelerde bir nevi çöp oluyor ve o yaptığımız
şey sürdürülebilir olmuyor. Demek ki o zaman ne yapmak lazım buradaki
projelerdeki kazanımları çıktıları sisteme yansıtmak lazım. Milli Eğitim, o
kadar çok büyük bir sistem yani siz mesleki eğitimde bir düzenleme yaptığınız
zaman ortaöğretimin bir parçası bu sınıf geçme sistemi var not verme sistemi
var bu üniversite girişlerine etki ediyor. Bir anda bir taraftaki bir düzenleme
diğerlerini tetikliyor. Onun için eğitim sistemi toplumun dönüşüm hızına çok
çabuk ayak uyduramıyor. Sınav sistemi var öğretmenin yetiştirilmesi var, müfredatlarının
hazırlanması var, her birine bir kere başladığınız zaman uzun zaman geçiyor çok
kısa zamanlarda hızlı değişiklik yaptığınız da bu sefer de vatandaş diyor ki
kardeşim bir çocuk mezun oldu ikinci çocuk farklı bir modelden mezun oldu. Hem
toplum değişiyor diyoruz eğitim değişince rahatsızlık oluşuyor. Demek ki bunu
eşgüdümlü olarak toplumu da ikna ederek topluma neyin niçin değiştirildiğini
iyi anlatarak yapmak lazım Mesela şu anda 2023 eğitim vizyonu çift kanatlı
gençlikten bahsediyor diyor ki hem milli, manevi, ahlaki değerlerini öğrensin
çocuklar hem de dünyayı tanısın, modem bilimleri ilimleri tanısın. Yine 2023
vizyonuyla alakalı farklılık olarak ne görüyoruz? şu anda bakan il il gezip
anlatıyor 2023'te biz şurada olacağız şunun için yapıyoruz diyor. Televizyonlara
çıkıyor anlatıyor ve insanlar ilk ne alıyor Çünkü bizim velileri rağmen
çocuklarına şu okula gitme deme şansımız yok. Öğretmen de dahil buna öğretmene
de bakanımızın söyleyeceği şeyler var. Ziya öğretmen sıfatıyla onların arasına
girip büyük veya küçük kitlelerle onlara da neyi niçin yapacağımızı, ülkemizi
nereye getirmek için eğitimin nelere ihtiyacı olduğunu çok güzel anlatıyor
bakanımız. Biz de hayranlıkla takip ediyoruz.
Teknolojinin
insanı yalnızlaştırdığı kabul ediliyor ve söyleniyor buna da kimse itiraz
etmiyor. Ama meslek ve meslek sevgisi tek başına kazanılabilecek bir duygu
değil. Bizim okullarımızda öğretmenlerimiz atölye meslek dersi öğretmenlerimiz
öğrencilerimizin staj yaparken de iş yerinde yine ustaları ve usta öğreticileri
devam ediyor çocuklar bir yandan öğretmenlerinden teknik teorik ve teknolojik
bilgiler alırken iş yerinde de pratik ve ameli bilgileri ustalarından alıyorlar.
Bizim bu ruhu kaybetmememiz lazım. Şimdi Milli Eğitim Bakanlığı biliyorsunuz
özel okulları desteklemek Özel okullarda okuyan çocukları destekleme
uygulamasını değişikliğe gitti. Ama malum Bir de Özel meslek liseleri açıldı
hem OSB bölgelerinin içerisinde olanlar var ve dışında olanlar var. İstanbul'da
da İkitelli Organize Sanayi Bölgesi'nin içerisinde bir özel okulumuz var ve
orada binlerce öğrenci sanayinin içerisinde okuyorlar ama ücret ödemiyorlar ve
ücretini yine Milli Eğitim Bakanlığı Devletimiz ödüyor çocuklar adına. Farkı, sanayi
yakın olması sanayinin içinde olması ve oradaki ustaların gelip okulda ders
anlatabiliyor olmasına çocuklarında anlattıklarını doğrudan gerçek hayatlar
ayağı piyasada orada uygulama şansı yakalıyor olmalarıdır. Ülkemizde farklı
olarak özel son iki yılda açılan birkaç meslek okulumuz var onları söylemeden
geçmeyelim. Aselsan bünyesinde savunma havacılık sanayisine eleman yetiştiren
bir okulumuz açıldı. bzim İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlı olarak ilk defa
Türkiye'de Galatasaray Koleji'nin Galatasaray Üniversitesi'ne bağlı olmasından
sonra ilk defa bir meslek lisesi, lise düzeyinde bir okul üniversiteye bağlı
oldu başında da bir profesör müdürü var. Dolayısıyla bunlar mesleki eğitim için
önemli açılımlar. Sonuçlarını hep birlikte göreceğiz. Ama ümitliyiz biliyorsunuz,
Milli Eğitim Bakanlığı bu yıl 14. uluslararası robot yarışmasını da organize
ediyor ve değerlerimizi de işliyor içinde. Urfa'da Göbekli Tepe’de yapılıyor bu
yarışma. Bu yarışmanın bir farkı şu; ilk defa ortaokul kategorisi de açıldı bu
robot yarışmasında. Demek ki biz aslında dijital dönüşümde teknolojide
ortaokullara kadar indik. Bir yandan çocuklar elinde cep telefonunu tableti
interneti bilgisayarı bırakmıyor diyoruz ama bunu çocuklara faydası da var. Çocuklar
robotik kodlama atölyelerinde çalışıyorlar, robot üretiyorlar ve lisedeki abilerinin
katıldığı bu yarışmada kendilerine göre bir kategoride yarışıyorlar.
Dolayısıyla güzel şeyler oluyor diye düşünüyorum
Size
bir araştırmamdan bahsetmek istiyorum. Kasım ayında 679 öğrenciye meslek
liselerinde 9 ve 10. Sınıfta eğitim gören 679 öğrenciye bir anket uyguladım. Ankette
sordum? Dedim ki; Sizce meslek sahibi olmak bu toplumda olumlu bir algıya sahip
midir? Herkes evet demiş. Peki, bu okulu bitirdiğinizde üniversiteye gitmek
ister misiniz? Diye sormuşum. 9 sınıftakilerin % 95'i onuncu sınıftakilerin
yaklaşık % 65'i evet demiş ama meslek liselerini buradan ayrı tutmuşlar o
soruda ki algı seviyesi biraz daha düşük. Yani bizim mesleki eğitimde algıyı
arttırmamız lazım. Algıyı arttırmak için de reklam tarzında bir şey yapmamız
gerekmiyor. Mezun ettiğimiz öğrenciler eğer mezuniyetinden çok kısa bir zaman
sonra kendi mesleğinde işe girebiliyorlarsa en büyük reklam budur. Çünkü bizim
hepimizin işe ihtiyacımız var, çocuklarımızın hepsinin işe ihtiyacı var. Mesleğine
sahip olduğu, diplomasını aldığı anda en kısa sürede işe giren çocuk ve
mezunlarını işe sokan okul zaten kendi reklamını yapmış oluyor.
Biliyorsunuz
meslek liseleri kuruluş gayesi açısından üniversiteye öğrenci yetiştiren
okullar değil. Ama biz meslek liseleri çatısı altında Anadolu Teknik programı
ve Anadolu meslek programı diye iki farklı program uyguluyoruz. Anadolu Teknik
programı bir üst öğrenime yani üniversiteye öğrenci yetiştiren okullar olarak
dolu. Meslek Lisesi olarak mezun olduğunda sektörde nitelikli eleman olarak
çalışacak insanlar yetiştiriyor. Oran yaklaşık lisans kazanma oranı yüzde altı ön
lisansta falan beraber %30, %35 civarında dolayısıyla bu kötü bir sonuç değil.
Bulunduğumuz noktada sektör mesleki eğitime sahip çıktı. Sektörle okulların
buluşması sağlandı, hamilik projesi uygulandı. Mesleki Teknik eğitimde “İstanbul
Modeli” ile meslek liseleri sektöründeki firmalarla eşleştirildi. İstanbul
modelinde her okulun artık bir eşleştirildiği firma var ve bir okulun bir hamisi
var ve bunu Ticaret Odası Sanayi Odası bizzat takip ediyor. Hamilerin
sorumlulukları ve yükümlülükleri gönüllülük esasına dayanıyor. Bir protokol
imzalanıyor. Çocukları çeşitli sektörel fuarlara getiriyorlar, mezunlara iş
imkanı sunuyorlar. Ustalar gelip okullarda öğretmen ile beraber çocuklara
gerçek pratik iş yaşamını anlatıyorlar. Yine başarılı iş adamları çocuklara
kariyerle alakalı olarak ufuk açıcı konuşmalar yapıyor. Okullarının
altyapılarını donanımlarını atölye ve laboratuvarlarını güncelliyor bu sektör
sahipleri. Dolayısıyla artık şunu söyleyebiliriz; ilçelerde kurulan mesleki
teknik okullar yönetim kurulu var İlçe Müdürü veya Şube Müdürü başkanlığında
okul müdürleri ve sektörünün temsilcileri firmaların sahiplerinin olduğu. Artık
söz sektörde ve sektör artık mesleki eğitimde söz sahibi diyebiliriz.
Almanya’daki
durum biraz farklı, Almanya'da belgelendirmeyi ve işyeri açma yetkisini hala
oradaki ticaret ve sanayi odaları ve Esnaf Odaları yapıyor. Bizde ise biz
çocuklara çok hızlı belgeler veriyoruz. Mesela benim muhalefet ettiğim Meslek
Lisesi bitiren bir öğrenciye biz hem meslek lisesi diploması, hem işyeri açma
belgesi, hem teknisyenlik unvanı, hem EuroPASS eki hem de modül sertifikası
adıyla bir unvan bir diploma üç tane belge veriyoruz. Dolayısıyla çocuklar, mezun
olunca çok kâğıtlı ama yetenek olarak uygulama olarak biraz eksikler. Çünkü
sektör çocukların beceri düzeyinden şikâyet ediyor bunu saklamamak lazım.
İstanbul
Ticaret Odası ile birkaç yıl önce Avusturya'ya teknik gezi düzenledik. Heyetimizin
Başkanı aynı zamanda bir önceki Ticaret Odası Başkanımız bana gezide şöyle
söyledi; “Erol Hocam, biz niye bunları başaramıyoruz bizim neyimiz eksik” dedi.
Neyimiz yok yağımız mı yok şekerimiz mi yok, ateşimiz mi yok, neyimiz eksik
dedi. Ben bu sözden çok etkilendim. Başkanım hiçbir şeyimiz eksik değil hepsi
var. Sadece el ele vermemiz lazım demiştim ama bu bana dokundu. Ve ben bunu bir
yere yazdım. Memlekete dönünce dedim ki onlar ne yapmış biz ne yapmamışız? Neyi
yapıyoruz? Neyi yapmıyoruz ve süreç analizi yaptım. Dedim ki mesleki eğitimi
sektörün de kabul ettiği şekilde yeniden yapılandırmamız lazım. Nedir bu yeniden
yapılandırma? Öncelikle her gencin severek öğrenebileceği mutlaka bir mesleği
vardır. Önemli olan bizim bu mesleği öğrenci ile beraber velisiyle beraber
tespit etmektir. O meslekle onu tanıştırmak ve ona bu imkânı sağlamaktır. İş
başında meslek öğrenmek, üç yıl boyunca çocuklara cep harçlığı vermek ve
sigortayı okula Meslek Lisesine kayıt olunca başlatmak ve mezun olduğunda da staj
yaptığı yerde iş imkânı sağlamaktır. Dolayısıyla bunları biz çocuklara sağlayabilir,
sektörü de inandırabilirsek, sistemi de yeniden yapılandırabilirsek otuz yıl
önce olduğu gibi gerek Hasan Bey'in gerek benim olduğum dönemdeki gibi bu
okullara artık kapasitesinin üstünde müracaat olacaktır ve biz en iyi çocukları
seçerek sınavla almak noktasına erişmiş olacağız.
Nadir
hocam, Hasan hocam, beni bu programa davet ettiğiniz ve Endüstri Radyo
dinleyicileri ile buluşturduğunuz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Program
öncesi nasıl geçecek bu bir saat diye kara kara düşünürken bir bakmışız zaman
su gibi akmış ve geride daha konuşacak çok şeyler kalmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder