15 Eylül 2020 Salı

YARIŞMALARDAN MESLEKİ EĞİTİME

YARIŞMALARDAN MESLEKİ EĞİTİME

 Çocuklar ve gençler genellikle gördüklerinden etkilenir, özenirler ve çabucak fikir değiştirirler. İnsanoğlu duygusal bir varlık olduğundan kararlarını verirken duygularıyla hareket eder. Verilecek en zor kararlardan biri de lise ve üniversite tercihi dönemlerinde meslek seçimidir. Büyükler kendi aralarındaki ticaret, ekonomi ve iş bulma konusunda sohbetlerinde insanların yeme-içme ihtiyacının hiçbir zaman bitmeyeceğinden dem vururlar. Ama gel gelelim çocuklarının aşçı olmasına ilk anda sıcak bakmazlar. Ancak çocukların bu konudaki ısrarı çoğunlukla galip gelir. Her nedense öğretmen, doktor, avukat, mühendis gibi kariyer meslekleri dururken toplumsal algı anne-babaları da bu konuda olumsuz etkilemektedir.

Tv kanallarındaki yemek programlarının daha çok kadınlar tarafından izlendiği düşünülür. Aslında yemek konusu her insan için hayati bir konu olduğu için aile üyelerinin tümünün ilgisini çeker. Bu programların, beş altı kişilik bireysel, gelin-kaynana, apartmanlar arası evde misafir karşılama tarzında yapılanlarından daha çok stüdyoda profesyonel bir yarışma formatında olanlarına ilgi daha çoktur. Bir önceki günün özet tekrarıyla beraber yaklaşık dört saate yakın evin tüm fertlerini ekranda toplayan yemek yarışmalarında kimin birinci olacağına yönelik merakla son dakika beklenmektedir.

Bir alanda yarışmaların düzenlenmesi, öncelikle alanın genel tanıtımı ve mesleğin reklamıyla o alana ilgiyi artırmaktadır. Bölgesel düzeyde ön elemelerle toplumun her kesiminden kadın-erkek, alaylı-okullu, sektörden-ev hanımına, öğrenciden-yabancı misafire kadar fırsat eşitliği içinde herkesin katıldığı bu yarışmaların mesleki eğitim açısından da önemli etkileri olduğuna inanıyorum. Belki bir anda binlerce yeni öğrenci bu alana yönlenmeyebilir ancak içlerinden çok yetenekli birkaç tane yıldızın çıkarak ülkemizi kültürümüzü tanıtması ve diğerlerine iyi örnek olması da küçümsenemeyecek başarıdır.

Aşçılık, yemek, mutfak, servis, pastacılık, ekmekçilik vb. eğitimlere ücretsiz olarak Halk Eğitim Merkezlerinden ve belediyelerin meslek kurslarından her yaş düzeyinde insanın erişmesi mümkündür. Üniversitelerin Sürekli Eğitim Merkezleri (SEM) ile MEB’ a bağlı özel meslek kursları da mutfak sanatları okul/akademisi adıyla kısa süreli, dönemlik ve yıllık kursları ücretli olarak sunmaktadırlar. Çeşitli gıda firmaları da ürünlerinin kullanımını tanıtmak maksadıyla kısa süreli seminerler ve yarışmalar düzenlemektedirler. Bazıları tüm bunlara katılmadan kendini yetiştirmeye ve geliştirmeye deneme yanılma yoluyla ilerlemeye çalışır. Yaptıklarının kısa videolarını çekip sosyal medyada fenomen olmaya çalışanlar bile çıkmaktadır.

Son yıllarda üniversitelerde gastronomi bölümlerinin açılmasıyla meslek lisesi düzeyinde aşçılık/servis ve yiyecek-içecek hizmetleri alanına olan ilgi artmıştır. Zira gençlerin hemen hepsinde mesleğin yükseköğrenimini bitirme eğilimi ağır basmaktadır. Üniversite öğrencileri, müşteri olarak cafe/restoranlarda çokça vakit geçirmelerinden, fast food yemek firmalarında part-time işlerde çalıştıklarından, öğrenci evlerinde kendi yemeklerini yaptıklarından mezuniyet sonrasında farklı alandan mezun olsalar da yemek konusuna özel ilgi duymaktalar. Gastronomi alanını seçenlerin çoğunluğu bilinçli tercih yaparak eğitimlerini tamamladıktan sonra yurt içi-dışı otel ve restoran zincirlerinde işe girebilmekte veya kendi işlerini kurmaktadırlar. Bu alanın eğitmen şefleri/öğretmenleri olabilmektedir.

Yemek yarışmasını pedagojik bir yaklaşımla başından sonuna kadar izlediğinizde olayın sadece sonunda bir tabak/porsiyon yemek çıkarmaktan ibaret olmadığını anlarsınız. Öncelikle yemek yapanın hijyene ve temizliğe önem vermesi gerektiğini, yemeğin sunulacağı tabak seçiminin ve yemeğin tabakta konulduğu şekle, üzerine eklenen yenebilen ama görsel/lezzet zenginliği katan son dokunuşların, yemeğin hazırlanış sırasında kullanılan tekniklerin ve malzemelerin sayısı, sırası ve miktarının da çok önemli olduğunu görürsünüz. Sunumu yapan kişinin masaya tabağı ve kaşık/çatal/bıçakları koyması, tadım yapacak ve yiyecek olanlara hazırladığı yemeği anlatımla tanıtması varsa tarihi/kültürel geçmişinden bahsetmesi ve kendisinin yemeğe kattığı farkları iyi aktarması beklenmektedir.

Yemeğin hazırlandığı tezgahı, ocakları, el aletlerini, kap kacakları tanıması yerlerini bilmesi, başlarken kendisinden istenenleri iyi dinleyip anlaması, yemeği planlaması, zamanını iyi değerlendirmesi, olası aksiliklerde yeni bir çözüm üretebilmesi, kullanacağı malzemeleri tanıması, nerede ve nasıl değerlendirileceğini bilmesi gerekiyor. Tüm bunları bilmek yanında yarışma heyecanı ve stresi altında yapabilmeyi becermesi için daha önceden denemeler yapmış tecrübeye sahip olanların daha başarılı olduğu görülmektedir. Bazen de aşırı özgüven, basit hatalarla birinci olması beklenen adayı sonuncu yapmaktadır. Tüm bu şartlar altında mesleki etik değerlere ve ustaya ve meslektaşlara saygı, terbiye ve iş ahlakı, centilmenlik, yardımsever olma ve paylaşabilmek için yeterli özgüvene sahip kişilerin teknik-lezzet-yaratıcılık ölçütlerinde rakipleri içinde en iyisini yapanlar yarışmayı lider olarak tamamlamaktadır.

Tüm yarışmacılara aynı miktarda ve aynı malzeme ile reçete/tarif verildiği halde herkesin yaptığı yemeğin farklı kıvam ve lezzetlerde olması hatta bazılarının zevkle tüketilecek seviyede olmaması tamamen beceri, ustalık ve maharet gerektiğini göstermektedir.

Kullanılan hiçbir malzemeyi ziyan etmeden, sıfır atık prensibiyle değerlendirmek hem ekonomik kullanmak hem de israf etmeden sayı ve miktar olarak istenilen düzeyde ürün çıkarabilmenin önemsendiği yarışmalar boyunca psikolojik dayanıklılık içinde mücadele ederek kazanmak ve kaybetmenin var olduğunu bilerek sonucunda yaşayacağı duygusal duruma hazırlıklı olmak gerekiyor.

Yarışmacıların birbirinden etkilendiği ve akranlarından ve ustalardan öğrendiği, soru-cevapla bilmediğini sorabildiği, deneyerek yaparak yaşayarak tecrübe sahibi olduğu yarışmalarda her konuda iyi ve güçlü olanlar kazanmaktadır. Programın seyredilme oranını artırmak için zaman zaman şov yapanların, sert çıkışların yaşandığı yarışmaları her şeye rağmen yiyecek-içecek alanı öğrencilerinin seyretmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta öğretmenlerimizin bu yarışmalardan birini ders ve ödev konusu yaparak sınıfta/atölyede detaylı bir tartışma konusu yapmasının faydalı olacaktır. MEB, geçmişte meslek lisesi öğrencileri arasında il/bölge/ülke düzeyinde Beceri Tabanlı Proje Yarışmaları düzenlemekteydi. Bu çalışmaya sektörün önde gelen firmaları sponsor olarak alınarak devam edilmesi çok faydalı olacaktır. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Gedik Üniversitesi/Holding işbirliğinde Ulusal Kaynakçılık Beceri Yarışması yine İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği ile Moda Tasarım Yarışması oldukça ilgi çekmiştir. Hatta bu tür yarışmaları diğer sektör ve meslek dallarına da yaygınlaştırmakla birlikte TV kanallarında yayınlanması da olumlu etkide bulunacaktır.

Giyilen önlüğün bile hak edilmesi gerektiğini, ilk başlayanın çırak olarak kabul edilerek oluşan hiyerarşiye saygıyla ustaların önlüğü ahilik geleneğinde olduğu gibi kuşak bağlama yani mesleğe kabul edilme anlamına geldiğinin vurgulanması kültürel geleneklerin yaşatılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Türk mutfağının bilinmesinin yetmeyeceği dünya mutfaklarından da öne çıkan çok yaygın olarak bilinen lezzetlerin yapılması, tarihi ve kültürel mirasın korunması adına önem taşımaktadır.

OKUL YÖNETİCİLERİ RAPORUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

 OKUL YÖNETİCİLERİ RAPORUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ

Tüm dünyada dernek, vakıf ve partiler gibi Sivil Toplum Kuruluşları (STK), kuruluş tüzüklerindeki amaçları gerçekleştirmek için kurulmaktadır. Bir kısmı ulusal düzeyde hizmeti hedeflerken bir kısmı da uluslararası düzeyde tüm dünyayı kendilerine hizmet alanı olarak belirlemektedir. Ulusal düzeydeki STK’lar öncelikle özel amaçları bunun yanı sıra genel olarak da devlet faaliyetlerini de izleyerek bazılarını desteklerken bazılarını da eleştirir ve endişelerini dile getirirler. Bu işlevi yerine getirirken çeşitli inceleme, araştırma ve raporlamalar yapılır. Toplumun hemen her kesimini ilgilendiren eğitim konusunda da çok sayıda STK her yıl çeşitli raporlar yayınlamaktadır. Bu raporlar, politika belirleyiciler başta olmak üzere tüm taraflara önemli ve faydalı bilgiler içermektedir. Milli Eğitim Bakanlığı 2023 Eğitim Vizyonunda yer alan veriye yönetim ilkesinin uygulanmasına kaynak ve destek sağlayacak bu raporda okul yöneticilerinin kendi durumları, uygulamalara ve geleceğe yönelik düşüncelerinde iyi giden ve aksayan yönlerle ilgili ipuçları yer almaktadır.

Eğitim yöneticilerinin görevi; açık fikirli, meraklı, çevreye doğaya saygılı, önyargısız, yanlış inançları sorgulayan, dürüst, fikrinde sebatlı, sonucu arayan, nesnel düşünebilen, yanılma özgürlüğüne değer veren, dürüstlük gibi değerleri yaratarak çocuğun benliğini keşfetme yolunu açan ve ayna tutan okul ortamını sağlamaktır.

Öncü Okul Yöneticileri Derneği tarafından okul yöneticiliği mesleğinin ve okul yöneticilerinin durumunu betimlemek amacıyla 21 il’den 330 okul yöneticisiyle 180 farklı veriden faydalanarak 98 sayfalık “Türkiye Okul Yöneticileri Raporu–2020” hazırlayıp Temmuz ayında yayınladı. Raporda; MEB, 2019 yılı boyunca yaptığı yenilik ve çalışmalar özetlenirken okul yöneticilerinin demografik durumu da ortaya konuldu.(*)

Okul yöneticilerinin çoğunlukla orta yaşlarda, onbeş yıl ve üstü kıdemde, yarısı yönetim alanında eğitim almamış, % 16’sı yüksek lisans yapmış, % 15’i hizmetiçi eğitim almış, % 84’ü evli, üçte birinin iki çocuğu var, yarısına yakınının eşi çalışmakta, % 85’i ek geliri yok, % 80’i kronik sağlık sorunu yok, üçte biri sigara kullanıyor, yarısı kendi evinde oturuyor, % 78’inin arabası var, yarısının kredi kartı borcu bulunuyor, yarısı düzenli kahvaltı yapıyor, üçte biri düzenli öğle yemeği yiyor. Yarısı herhangi bir STK üyesi değilken % 84’ünün eğitim sendikası üyesi olması dikkat çekmektedir. % 5,73’ü eğitim sendikasına ihtiyaç olduğunu, % 4,96’sı eğitim sendikasının olumlu etkisi olduğunu, % 3,93’ü eğitim sendikalarının ihtiyacı karşılayacak düzeyde örgütlü çalıştığını düşüyor olması da üzerinde düşünülmesi gereken ilginç sonuçlar ortaya koymaktadır.

Okul yöneticilerinin üçte biri her üç sosyal ağını (facebook, İnstagram ve twitter) kullanıyor. Yarısından çoğu günde bir saatten fazla sosyal ağı kullanırken % 80’i gündemi buradan takip ediyor olması dikkat çekmektedir. Yarısı mesaj programlarının yoğun olarak kullanmaktadır. % 90’ı boş zamanlarını ailesiyle, yarısı sinemaya gidiyor, yarısı hiç tiyatroya gitmemiş, üçte biri tatil yapmıyor. Yarısından çoğu hiç dergi ve gazete okumuyor. % 60’ı hobisi var ve yarısı haftada yaklaşık üç saat bununla vakit geçiriyor. Yaklaşık üçte biri spor yaparken dörtte biri doğa yürüyüşü, balık ve avcılıkla ilgileniyor.

Okul yöneticileri (10 üzerinden), 7,22 düzeyinde öğretmenlerin görevlerini hakkıyla yerine getirdiğini, 7,08 düzeyinde öğretmenliğin gerektirdiği niteliklere sahip olduklarını, 6,20 düzeyinde ilçe milli eğitim müdürlüğündeki yöneticilerin bu niteliklere sahip olarak görevlerini hakkıyla yerine getirdiklerini düşünmektedir. 6,18 düzeyinde ülkemizde genel olarak her şeyin her geçen yıl iyiye gittiğini, 5,73 düzeyinde okulların niteliklerinin her geçen gün arttığını, 5,64 düzeyinde eğitim sisteminin niteliklerinin iyileştiğini ve 4,02 düzeyinde ise meslek koşullarının iyiye doğru gittiğini düşünmektedir.

Okul yöneticileri mesleklerinin ve yaptıkları işin; 7 düzeyinde topluma katkı, 6 düzeyinde kendini geliştirme fırsatı, 3,69 düzeyinde prestij ve sosyal statü, 2,5 düzeyinde ise özlük hakları/maddi getiri/çalışma şartları bulunduğu belirtmektedir. Okul yöneticiliği yapan meslektaşlarının yeterlilik algısı 6,5 düzeyinde iken iletişim, güdüleme, yetkinlik, liderlik, değişimi yönetmek, halkla ilişkileri, teknoloji ve kaynak bütçe konularında öz yeterlilik olarak 7-8 düzeyinde olduğunu düşünmektedirler. Mesleki yetkinliklerinin kaynağı olarak; 7,12 düzeyinde meslektaş desteği, 6,91 internet, 6,02 deneme-yanılma, 5,73 hizmetiçi eğitim olduğunu belirtmektedirler.

Ödüllendirilme konusunda ise % 45’i hiç ödül almadığını, % 41’i ise 1-2 kez ödül aldığını, % 65’i hiç şikayet edilmediğini, % 75’i hakkında hiç inceleme soruşturma yapılmadığını ve % 92’sinin hiç disiplin cezası almadığı ortaya çıkmıştır.  Mesleki geliştirme etkinliklerine katılımda ise % 54’ü 1-3 kez sertifika programına, % 52’si hizmetiçi eğitime ve bilimsel toplantılara katılırken üçte birinin hiçbir etkinliğe katılmadığı, yaklaşık üçte birinin yılda 7 kitap ve makale okumuş olduklarını belirtmişlerdir. Kitap yazmış olanların oranı % 4, makale ve rapor yayınlayan oranı % 15, marka tescili % 4, uluslar arası proje yürütmüş olanların % 35 oranı gibi düşük düzeyde olması dikkat çekicidir.

Okul yöneticilerinin 2019 yılı eğitim politikalarının değerlendirmesinde ise (10 üzerinden) 7,98 düzeyinde MEB Bakanının performansını başarılı, okullarda beceri yetenek taraması, ölçme değerlendirme merkezi kurulması, ara tatil uygulaması, 2023 vizyonuna hazırlıklar, orta öğretim tasarımı, başarı izleme araştırmaları, yönetici sınavlarını ÖSYM yapması konularında 7 düzeyinde olumlu olduğunu düşünürken sözleşmeli öğretmenlik kısaltılması, Türkçeyi dört alanda ölçmek 7’ye yakın, 2019 yılında uygulamaya konulan eğitim politikalarının genel başarısını 6,43 ve MEB üst düzey yönetime atamalardaki kariyer/ehliyet/liyakat düzeyini ise 4,85 gibi düşük bir düzeyde gerçekleştiğini düşünmeleri dikkat çekici bulunmuştur.

Raporun son kısmında konusunda uzman akademisyenler ortaya çıkan sonuçları aşağıdaki şekilde yorumlamışlardır.

Prof. Dr. Aytaç Açıkalın, Okul yöneticilerinin, standart ve ihtiyaç odaklı yöneticilik eğitimi almamış olmalarına ilişkin veri Türkiye eğitim sisteminin genel bir özelliğidir. Bakanlık düzeyinde de atanan üst düzey yöneticilerinin de belli bir yöneticilik eğitimi aldığı söylenemez. Atandıkları görevin teknik bilgisinin o alanı yönetmek için yeterli olduğu varsayımı esastır ve bu araştırmada da öğretmenlik bilgi ve becerisinin okulu yönetmek için yeterli olacağı varsayımı ortaya çıkmaktadır. Okul yöneticiliği bir meslek olarak kabul edilirse o zaman hizmet öncesinde zorunlu bir eğitim söz konusu olabilir.

Verilerin genel ifadesine göre, okul yöneticilerin “güncellik” ve “gelişim” kaygısı çok ön planda gözükmüyor. Yöneticilerin seçiminde, bu tür sosyal ve kültürel faaliyetler yönünden bir değerlendirme sürecinin özenle izlenmesinin olmayışı da bu verilerin altında yatan neden olabilir. Mesleki çalışma çevresinin yarattığı yaşantılar, performanslarının değerlendirilmesi biçimleri, okul yöneticilerinin eğitim sistemini değerlendirmelerinde etkili olmuş gibi görünmektedir. Yöneticilerin yarıdan fazlası “okul yöneticiliğinin” kötüye gittiğini düşünmektedir. Bu değerlendirme, sistemde eylemsel konumda bulunan yöneticinin geleceğe güvensiz bakışı gibi yorumlanabilir. Okul yöneticilerinin, bu kişisel başarılar, özellikler, etkinlik ve edimleri yönünden (performanslarının) belli bir düzeyde kalması, mesleki gelişim ve kariyerleri açısından güdüleyici bir ortam olmadığını düşündürmektedir. Onların değerlendirilmeleri veya yükseltilmelerinde bu tür kazanımlarının ve üretimlerinin özeğe (merkeze) alınmaması böyle bir kültürel yoksunluğun veya sayısal yetersizliğin nedeni olabilir.

Prof. Dr. Necati Cemaloğlu’na göre; rapordaki verilerden okul yöneticisi seçme, hizmet öncesinde yetiştirme, istihdam etme ve yükseltme süreçlerinde bir politikanın olmadığı, heterojen bir yapının baskın olduğu, mesleki eğitim ve sınıf öğretmenliği branşına sahip olanların daha çok yönetici olarak atandığı, okul yöneticilerinin bilgi ve beceri düzeylerini artırmaya yönelik sistemli uygulamaların yapılmadığı, süreçte kendi kendine meydana gelen bir evrilmenin olduğu görülmektedir.

Okul yöneticilerinin sosyal yaşamları incelendiğinde; klasik Türk toplumuna ait davranış örüntüsüne sahip olduğu, elit ve entelektüel bir yaşam tarzından uzak, sade ve tekdüze yaşadıkları, eğitimci olmalarının sosyal yaşamlarına etki etmediği, kitap okuma ve kültürel faaliyetlerden haz almadıkları, genellikle aile babası-annesi rolüne sıkışıp kaldıkları, iş merkezli bir yaşam sürdükleri, sosyal ağlara takılıp kaldıkları görülmektedir. Bu şekilde istihdam edilen okul yöneticilerinin, okulun akademik başarısından ziyade günlük rutinlerini yerine getireceği, okula katma değer yaratamayacağı, öğretmen ve öğrencilere yeni ufuklar açıp onları bilgi dünyasının emekçisi yapamayacağı çok açıktır. Okul yöneticilerinin mesleki gelişme etkinlikleri incelendiğinde; çok okumayan, okuyarak bilgi kazanmaya açık olmayan, sosyal-kültürel faaliyetlere ilgi duymayan, üretken olmayan, bilimsel, sanatsal açıdan üretici kimliğe sahip olmayan kişiler olduğu anlaşılmaktadır.

Okul yöneticilerinin seçimi ve diğer süreçlerde, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından genel bir politikanın takip edilmediği, informal yapıların, sivil toplum örgütlerinin, nepotizmin etkili olduğu; okul yöneticilerinin heterojen özelliklere sahip olmalarına rağmen, entelektüel ve elit açıdan homojen özellikler taşıdığı; toplumun genelinde baskın olan kültürel özellikleri yaşadıkları ve bunu da örgütsel yaşama aktardıkları, bir nevi dayattıkları, yaşam, geçim ve düşün biçimi açısından değişmeye, gelişmeye, yenileşmeye açık olmadıkları

Prof. Dr. İsmail Güleç; Okul yöneticilerin görüşlerinin yer aldığı bulgularda dikkatimi çeken iki husus var. İlki yöneticilerin yönetici atama ve belirleme kriterleri konusundaki memnuniyetsizlikleri. İkincisi ise yönetici profilinin akademik ve genel kültür yönünden zayıf görünmeleri. İkincisi birinci durumun neticesi gibi durduğunu söyledikten sonra dikkatimi çeken sonuçları maddeler halinde paylaşayım. Eğitim alanlarında doktora yapanların sayısı özellikle yöneticilik konusu söz konusu olduğunda çok önemli. Bu kadar doktoralı uzman kadro varken başta il milli eğitim müdürleri olmak üzere, büyük ilçelerin milli eğitim müdürleri ile önemli ve sembolik değeri olan liselerin doktoralı adaylar arasından tercih edilmesi mutlaka gündeme alınmalıdır. Okul yöneticilerinin aldığı hizmet içi eğitim OECD ortalamasının altında olması üzerinde düşünülmesi gereken bir diğer konu.

Yöneticilerin liderlik yapmaktan daha çok memurluk yaptıklarını, yukarıdan gelen talimatları yerine getirmekle vakitlerini geçirdiklerini gösteriyor. Bence üzerinde en çok durulması ve irdelenmesi gereken iki konudan biri budur. Kanaatimce atama kriterleri arasında kamu ve toplum yararına çalışan STK’larda görev almış olmak da yer almalıdır. Sendikaların yöneticiler üzerindeki etkisinin olumlu diyebileceğimiz bir oranda çıkmaması başta sendikacılar olmak üzere tüm aktörlerin üzerinde düşünmeleri gereken bir konudur. Sendikaların yönetim işlerine diğer konuları adeta ihmal edercesine ağırlık vermeleri ve daha çok vakit ayırmaları sendikalar ve faaliyetleri üzerinde yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Yöneticilerin alanlarıyla ilgili yayınladıkları akademik veya popüler makale sayısının çok çok az olması yöneticilerin bu yönde bir kaygılarının ve gayretlerinin olmadığını gösteriyor.

Dr. Sevda Sarı Demir; Bu araştırmadaki nitel veriler incelendiğinde, okul yöneticilerinin seçimi ve niteliğine dair beklentiler, kendi kontrolleri dışında yapılanlar, maddi ve özlük haklarının iyileştirilmesi, kanun ile ilgili istekler öğretmenlerin güçlenmesine dönük beklentileri ve eğitim modeli için önerileri ön plana çıkmaktadır.

Raporda yer alan veriler ve uzman akademisyenlerin farklı çıkarımları birlikte değerlendirildiğinde; sendikalar konusu, ödüllendirme, üst düzey görevlere atamalarda kariyer-ehliyet-liyakat, politika belirlenip istikrarla uygulanması, eğitim sisteminde gidişatın yönü, okul niteliği, gelişim kaygısı, mesleğin prestij, statü, imkan ve çalışma şartları, vizyon eylem planının gerçekleşme durumu konularında ortaya konulanlar dikkat çekici bulunmuştur.

(*) Türkiye Okul Yöneticileri Raporu (TOYR), İbrahim Hakan KARATAŞ, Bahri AYDIN, Mevlüt KARA, Öncü Okul Yöneticileri Derneği Yayınları: 14, Rapor: 2, Temmuz-2020, İstanbul

HANGİ LİSEYİ VE MESLEĞİ NASIL SEÇMELİYİM

 HANGİ LİSEYİ VE MESLEĞİ NASIL SEÇMELİYİM

Ortaokulu bitirenler LGS, liseyi bitirenler ise YKS sınavlarına (TYT ve AYT) girdiler. Bu maratona uzun zamanda planlı hazırlananlar emeklerinin karşılığını, istedikleri puanları aldılar. Onlar ve aileleri için sınava hazırlanmak ve hedeflenen puanları almak bir yana sonrasında hangi liseye, hangi üniversiteye gidilmeli ve hangi alanı ve mesleği seçmeli kararının verilmesi belki de daha zor ve önemli bir süreç olacaktır. Zira doğru meslek seçimi, birey için mutlu ve başarılı olma kararı iken toplum için güçlü ve refaha katkı sağlayacak güce doğru katkı olacaktır. Hayat benim, kim karışır, istediğim mesleği seçer ve yaparım diyebilirsiniz. Ancak, siz mutlu ve başarılı bir doktor olursanız beni yaşlılığımda daha iyi tedavi edersiniz. İyi bir öğretmen olursanız! Çocuklarımı, ülkemin gençlerini yani geleceğini daha iyi yetiştirirsiniz. Demek ki sizin meslek seçiminiz sadece sizi değil beni, çocuklarımı, tüm toplumu yani geleceğimizi ilgilendiriyor. Öyleyse hem öğrencilerin hem de ana-babaların bu konuda uzman tavsiyelerine ihtiyaçları olacaktır. Kulaktan dolma, şehir efsanesi sayılabilecek, TV veya sosyal medya ortamlarından herkese deva olacak toplu reçetelerin kişisel kararlar için yeterli gelmeyeceği unutulmamalıdır. Zamanında doğru verilmeyen kararlar sonrasında geriye dönüp yapılan yanlışı silgiyle düzeltir gibi geçen yılları ve emekleri geri getiremeyecektir.

Öğrencinin hedefleri, okul seçimini, alacağı eğitimi, seçeceği mesleğini ve yaşamını şekillendirecektir. Hedeflerin doğru seçilmesi ve kararların doğru verilmesi işi, metotlu bir şekilde ailece yapılması gereken çalışmalarla mümkün olabilecektir. Öğrencinin kendisini tanıması, yönelimlerini keşfetmesi, hedeflerini belirlemesi sonrasında okul ve mesleğini seçmesi bir süreç çalışmasıdır. Bu sürece; öğrenciye ait bedensel, ruhsal yeterlilikler ile ilgi, yetenek ve kapasitelerin önce kendisi, arkadaşları, öğretmenleri ve ailesi tarafından onu anlatan kişisel özelliklerin, farkların, güçlü-zayıf yönlerin ve değerlerin neler olduğunun yazılı olarak belirlenmesiyle başlanmalıdır. Serbest zamanlarında neler yapıyorsun, merakların-ilgilerin nelerdir, neleri yapmaktan hoşlanıyorsun, en iyi yaptığın işler nelerdir, seni anlatan kelimeler nelerdir? Tüm bu ve benzeri soruların cevapları karar vermede ihtiyaç duyulacak önemli bilgilerdir.

Ben bilgisayar oyunlarını çok seviyorum ayrıca uçmaya ve pilotluğa çok meraklıyım diyerek bilgisayar mühendisi ve pilot olmayı istiyorum diyerek yola çıkmak baştan yanlış karar verilmesine sebep olabilir. Önce; seviyorum, istiyorum, yaparım, başarılı ve mutlu olurum diyebileceğiniz meslekleri listeleyiniz. Bu mesleklerin gerektirdiği kişisel özellikleri ve alınması gereken eğitimleri okullarıyla birlikte yazınız. Bu konuda gerekiyorsa internet üzerinden araştırma yapmakla yetinmeyerek, rehber öğretmenler, iş ve meslek danışmanları, eğitim-yaşam koçları, aile danışmanları ve bu meslek sahipleriyle görüşüp öğrendiklerinizi not alınız.

Bu konunun çözülmesi gereken hayati bir problem olarak ele alınması ve ailece aylar süren bir çalışma sonunda kararlaştırılıp çözülmesi daha doğrudur. Öğrenci, kendisini 23 Nisan bayramında sembolik olarak Cumhurbaşkanı, Bakan, Vali, Milli Eğitim Müdürü, Emniyet Müdürü ve Belediye Başkanı makamına getirilen kişi olarak hayal ederek hangi projeleri gerçekleştirmek istediğini düşünebilir. Senin ve insanların daha mutlu yaşaması için kimlerin neleri yapması gerekiyor? Bunlardan birisi sen olabilir misin? Bu mesleklere ve kariyere sahip olmak için hangi eğitimlere, diplomalara sahip olman gerekiyor? Bu soruların cevaplarını yazmalısın.

Sözel, matematik, görsel, müzik, bedensel, sosyal, kişisel ve doğa konularında hangi yeteneklerin var? Çalışırken bireysel ya da toplulukla mı, el becerileriyle mi, yoksa zihinsel faaliyetleri bilgi, araştırma ve istatistikleri mi tercih ediyorsun? Sana en uygun olduğunu düşündüğün meslekler için mutlaka üniversite bitirmen gerekiyor mu? Yoksa lise sonrası belki de kurslarla becerilerini ve güçlü olduğun yönlerini geliştirip bir meslek ve iş sahibi olman mı gerekiyor? Mesela; insanları güzelleştirmeyi saç bakımı yapımı ve güzellik uzmanlığını ya da yemek-tatlı-ekmek yapmayı aşçı olmayı mı çok istiyor, başarıp becerebileceğini düşünüyorsun. O zaman bu alanda eğitim veren meslek liselerini tercih ederek ister kısa yoldan hayata başlayabilirsin. Sonra da istersen alanında ek puan alarak rahatlıkla üniversiteye yerleşebilirsin. Bu alanda istersen ve ihtiyaç duyarsan sonra da akademik eğitime de devam edebilirsin. Meslek lisesi öğrencilerinin işletmede yaptıkları beceri eğitiminde asgari ücretin 1/3 ‘ü kadar ücret aldığını, isterse eğitim sürecinde kısmi çalışabileceğini ve mezunlarının yükseköğretime devamda hiçbir hak kaybına uğramadığını hatırlatırım. Meslek lisesi mezunlarına üniversitelerin Teknoloji Fakülteleri, Turizm Fakülteleri ile Sanat ve Tasarım Fakültelerinde (Mesleki ve Teknik Ortaöğretim Mezunları – M.T.O.K.) kontenjan ayrılmıştır

Sevgili öğrencim; seçeceğin meslek; iletişim, hafıza ve zihni faaliyetler, bilim ve akıl-mantık yürütme, estetik ve özgünlük, uygulamalı el becerisi, fiziki bedeni güç, dil bilgisi ve edebiyat gibi becerilerden hangisini gerektiriyor? Çalışma ortamı açık hava veya kapalı mekânlar mı? Belli kıyafet-üniforma giyme zorunluluğu olacak mı? Bunları da öğrenmen ve bilmen gerekiyor.

Çocukluğunu hatırlayabildiğin kadar geri giderek düşün. Okulda, evde ve dışarıda en çok hoşuna giden etkinlikler nelerdi? O yaşlarda en iyi yaptığını düşündüğün, sonuç aldığın ve seni en çok mutlu eden faaliyetleri ve yeteneklerini not al. Bunları hatırlayabilmek için fotoğraf albümlerine bile bakabilirsin. Çocukluğundan itibaren meslek sahibi olarak çok sevdiğin kişileri, imrendiğin meslekleri düşün ve beş tanesini yaz. Yazdıklarını bugünkü düşüncelerinle karşılaştır, bazı farklar görürsen sakın şaşırma! Bu çok normal doğal bir durum olup herkes için geçerlidir. İnsanlar, hayatın çeşitli dönemlerinde farklı düşüncelere sahip olurlar. Bu meslekleri neden yazdığını bir düşün. Seni etkileyen tarafları nelerdi? Üniformalı oluşu mu? Maaşı, araçla yapılıyor olması mı? Mevki, makam, unvan ve statü sahibi olması mı? Meslekte ilerleme ve sürekli kariyer yapma imkânları mı? Tanıdığın bu kişinin işini zevkle yapıyor ve mutlu oluşu mu? Seçeceğin mesleklerden beklentilerin nelerdir?

Çocuklar, kendisine iyi davranan bir polisle tanışınca, siren çalan bir polis aracını görünce polis olmayı, sağlık konusunda kendisini iyileştiren doktorla tanışınca doktor, okula başlayıp derslerini ve öğretmenlerini severse öğretmen, komşu ve akrabalar içinde sürekli gördüğü ve sevdiği bir kişi varsa onun mesleğine ilgi duyabilirler.  O kişilerin mesleğini seçmek istediğini söyleyebilirler. Geçmişte nasıl bir çocuk olduğunu düşün. Gelecekte nasıl bir insan olmak istediğini hayal et. Bugünlerde hayatımıza AVM’ lerdeki eğlence dünyası olarak giren çocukların ülkesinde ellinin üzerinde meslek varken senin üç beş sınırlı seçme şansın olduğunda hangi meslekleri deneyimlemeyi seçeceğini de yazabilirsin. Neden bu meslekleri seçtiğini de yaz. İşini mesleğini yaparken oturarak/hareketli olmayı, tek başına/ekiple çalışmayı, sürekli dinlemeyi/konuşmayı sever misin?

Turizm, sağlık, tarım, hayvancılık, inşaat, eğitim gibi sektörlerden hangisi daha çok ve neden ilgini çekiyor düşün ve not al. Ailene, akrabalarına, arkadaşlarına, öğretmenlerine ve seni iyi tanıyan kişilere senin en iyi yapacağını düşündükleri meslekleri sor ve not al. Kendi tercihlerinle örtüşüyor mu? Farklar varsa neden olduğunu düşün ve kendine izah etmeye çalış.

Sadece hayal etmen ve çok istemen yetmiyor. Her insanın bir öğrenme tarzı ve zekâ profili vardır. Bazı insan gördükleri, bazıları duyduklarını, kimi de çoklu duyu organlarını kullandığı ve bazıları da bedeniyle uygulamalı gerçekleştirdiğinde daha çabuk ve iyi öğrenebilir. Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalara göre; insanların bir kısmı beynin sağ, bazıları sol kısmını daha iyi ve yoğun kullandığını, bu sebeple de bu yönlerinin daha gelişmiş olduğunu keşfetmişler. Sol beyni kullananların analitik düşünmeye, sağ beyni kullananların ise bütünsel düşünmeye daha yatkın oldukları tespit edilmiştir. Sen, ayrıntılara dikkat eder misin? Rekabetçi bir insan mısın? Planlı ve düzenli olmayı sever misin? Sorumluluk ve disiplin sahibi olduğun söylenebilir mi? Çalışma ortamının sessiz ve az ışıklı olmasını mı tercih edersin?

Her insan kendine özeldir ve farklı zekâ türüne sahiptir. Bunları bazı bilim insanları, sözel-dil, mantık-matematik, kişisel-sosyal, içsel-dışsal, doğa-varoluşçu olarak açıklamaya çalışmışlardır. Bununla birlikte her mesleğin özellikleri de o mesleği icra edenler için bazı zekâ türlerine sahip olmayı gerektirmektedir. Mesela, avukat, doktor, gazeteci, pilot gibi mesleklerin her biri farklı özelliklere sahip olmayı gerektirir ki zaten mülakat ve başvurularda da bu özelliklere göre insanları işe kabul etmektedirler. Çoklu zekâ kuramına göre senin en iyi yaptığın şeyleri listeleyebilirsin. Resim, müzik, problem çözme, spor, bitki-hayvan bakımı, arkadaşlarla veya yalnız vakit geçirmek arasında daha çok tercih ettiğin şeyler senin özelliklerini de yansıtmaktadır. Yine Holland, kişilik tiplerine göre insanları; gerçekçi-araştırıcı, gelenekçi, sanatçı, girişimci, sosyal gibi tiplerle tanımlamaya çalışmıştır. (*) Buna göre ilgi ve yeteneklerini düşündüğün zaman kendini sen nasıl tanımlayabilirsin? Seçeceğin mesleklerin gerektirdiği kişilik tipinin sende olup olmadığını, sağlık, sosyal, ruhsal, zihinsel ve fiziki durumunla örtüşüp örtüşmediğini düşünmelisin.

Dikkat ederseniz burada karne ve diploma notlarından hiç bahsetmedik. Lise tercihi genelde LGS’de alınan puan ve yüzdelik dilimlere ve diploma notlarıyla yapılmaktadır. Oturduğun adrese dayalı kayıt alanından öğrenci alan, pansiyonlu olup tercihle kayıt alanı dışından öğrenci alan, merkezi sınavla birlikte mülakat ve beden yeterliliği sınavıyla öğrenci alan, yetenek sınav puanıyla öğrenci alan okullar olduğunu hatırlatırım. Kimileri de puanım var boşa gitmesin, şu okul ve şu meslek çok popüler gibi yaklaşımlar kararda öncelemektedir. Peki ya sana en uygun olan, seni mutlu edecek olan ve en başarılı olacağın meslekler hangisi, bunu hiç düşündün mü? Karar ve tercihlerinin senin için ulaşılabilir ve gerçekleşebilir olup olmadığını da sorgulamalısın. Hayat sınavlardan ibaret değil, “sınavı kazan, bir okula kapağı at! Diplomanı kap bir işe kapağı at ve kurtul!” hayatını garantile böyle bir dünya yok.

Lise tercihini yapmadan önce internet üzerinden titiz bir çalışma yaparak bilgi toplamalısın. Kendi öğretmenlerinle ve tercih edeceğin okul öğretmenleriyle hatta okuyan öğrencilerle görüşebilirsin. Bu okulda eğitim verilen alanları, ders programlarını, mezunların tercihlerini ve daha çok nereleri tercih ettiklerini sorgulayabilirsin. Unutma ki! Vereceğin lise tercih kararı bir adım sonrasında üniversiteyi ve seçeceğin mesleği etkileyecektir. Anadolu Lisesi, Çok Programlı Anadolu Liseleri, Fen Lisesi, Anadolu İmam Hatip Lisesi gibi akademik liseler yanında Spor Lisesi, Güzel Sanatlar Lisesi gibi yetenek gerektiren Mesleki ve Teknik Anadolu Liseleri yanında doğrudan iş hayatı içinde çalışarak meslek öğrenebileceğin ve liseyi bitirebileceğin Mesleki Eğitim Merkezi gibi okullardan birini tercih edebilirsin. Okulların uyguladıkları programlar da önemlidir. Son yıllarda okullar program çeşitliliği açısından dönüşüme uğramıştır. Mesela, Anadolu İmam Hatip Liselerinde; 21. yüzyıl becerileri bağlamında öğrencilerin ilgi, kabiliyet ve kariyer hedeflerine göre “Program Çeşitliliği” tasarlanarak Temel İslam Bilimleri, Fen ve Sosyal Bilimler, Uluslararası Okul Programı, Yabancı Diller, Mûsikî, Spor, Geleneksel ve Çağdaş Görsel Sanatlar, Hafızlık, Teknoloji Proje ve Programları uygulayan seçkin okullar bulunmaktadır.

Bazı lise türlerinden mezun olduğunda sadece bir diploma sahibi olacakken, Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesini bitirdiğinde; lise diploması yanında başardığın modüllerin sertifikaları, teknisyenlik unvanı, işyeri açma belgesi ve yurtdışında geçerli olan Europass sertifika ekine sahip olan altın bilezikli bir meslek sahibi olacağını hatırlatmak isterim. Kendi işyerini açan mesleki eğitim mezunlarına KOSGEB tarafından 50 bin TL hibe ve 100 bin TL faizsiz kredi verilmektedir. Lise veya dengi okuldan mezun olduğunu belgeleyenlerin askerlik vazifelerini, istekleri hâlinde mezuniyet tarihinden itibaren üç yıl, mesleki ve teknik lise mezunları için ilave üç yıl, süreyle ertelenebilir. Meslek lisesinde bir meslekte uzmanlaşan öğrenciler, mezun olduklarında daha çabuk ve daha kolay iş bulabilmektedir

Bu konularda detaylı bilgi alabileceğin “Mesleğim Hayatım ve Din Öğretimi Portalı” gibi web sitelerini ziyaret edebilirsin. Tematik alanlarda eğitim veren, proje okullar, özel program uygulayan okullar, LGS sınavıyla veya adrese dayalı başvuruyla kayıt alan okullar, özel yetenek sınavı yaparak öğrenci seçen okullar, pansiyonlu okullar gibi çok çeşitli seçeneklerin bulunmaktadır. Diyelim ki, bir okul tercihi yaptın, kayıt oldun ve eğitime başladın. Nakil yoluyla 10. Sınıfın birinci dönem sonuna kadar okul ve alan/meslek değiştirme hakkın ve şansın olacak ama buna gerek kalmadan ilk seferde en doğru kararı verebilirsin. Mesleki ve Teknik Anadolu Liselerinden diğer okul türlerine boş kontenjan ve merkezi sınav puan üstünlüğüne göre, sınıf atlatma işlemleri yapıldıktan sonra; 10’uncu sınıftan 11’inci sınıfa geçmiş olan öğrenciler Ağustos ayı sonuna kadar okul değiştirerek geçilebilmektedir.

Mezun olduğun okulda, Rehberlik ve Araştırma Merkezinde görev yapan sana destek olabilecek görevlendirilmiş uzmanların olduğunu da unutmamalısın. Tüm bu çalışmaları tamamladığında kendin hakkında bilmediğin, keşfetmediğin ve bugüne kadar farketmediğin özelliklerin olduğunu göreceksin. Gelecek yıl, dört yıl içinde ve on yıl sonra neler yapmak istediğini uzun uzun düşünmelisin. Bu gelecek hayalin için hangi eğitimlere ihtiyacın olacak, bu eğitimleri hangi okullarda bulabilirsin, hangi projelerde yer alıp ne gibi girişimler yapman gerekiyor? Hayalindeki mesleğe sahip olmak için hangi aşamaları nasıl geçeceğini şimdiden hayal etmelisin. Hayalin yoksa şimdilik rotan da belli değilse ne tarafa koşabilirsin ki! Tüm bu yazdıklarım sana zor gelmiş veya vaktini alıp seni uğraştıracakmış gibi görünebilir. Ancak bunu, sonucu mutlulukla ve başarıyla bitecek bir oyun gibi görürsen keyif alacağını biliyorum. Henüz geç değil bence hemen düşünmeye, araştırmaya, konuşmaya, görüşmeye, notlar almaya ve karar haritanı çıkarmaya başlamalısın. Yolun açık olsun başarılar dilerim.

(*) Bu yazı Prof. Dr. Şermin Külahoğlu tarafından yazılan Mesleki Geleceğim kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.

YAZARKEN EĞİTENLER

 YAZARKEN EĞİTENLER

“Unutulmak istemiyorsan; ya okumaya değer şeyler yaz. Ya da yazılmaya değer şeyler yap” diyen B. Franklin, insanlık için değerli işler yapanlar yanında yazarların da unutulmayacağına vurgu yapmıştır. Yazarların da ne yazdıkları önemli tabikî. Güzel şeyler yazanlar, güzel duygulara hitap edenler ve güzel işleri ön plana çıkaranlar güzel hatırlanacaklardır. Kötülükler ve rahatsız edici nadir olaylar zaten yeterince haber oluyor. Örnek sayılabilecek iyi davranışlar çoğunlukla normal kabul edilerek yazılmaya bile değer bulunmuyor.

Ahiliğin en önemli prensiplerinden birisi olan “çalışma ahlakı” konusuna vurgu yapmak için Dr. Erol Ülgen, 1994 yılında “Ahmet Midhat Efendi’de Çalışma Fikri” adıyla bir kitap yazmış ve Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfı Yayını olarak yayınlanmıştır. Ahmet Midhat Efendi, devrinin yazarlarından farklı olarak sevda, say/çalışma ve amel/iş kelimeleriyle çağının insanına kazandırmak istediği ideali “çalışmak, kazanmak, kazandırmak, yaşatmak” gibi bir hayat yolu ve felsefesine dönüştürmüştür. İstanbul’da 1884 yılında doğan Ahmet Mithat Efendi’nin altmışbeş eserini incelediğinde aktar çırağı olarak başladığı iş hayatında birden fazla mesleğe sahip olarak; matbaacı, mürettip gazeteci, makinist, mütercim, müellif, memur, maarifçi, Matbaa-i Amire Müdürü, Heyet-i Sıhhiyye Reisi, müderris, çiftçi ve iş adamı olarak gerçek hayattan tecrübeleriyle yazdıklarında yorulmadan dinlenmeden çalışma aşkını yansıttığı görülmektedir.

Öncelikle öğrenmek ve öğrendiklerini başkalarına öğretmek, insanlara ve ülkesine hizmet etmek, zamanın kıymetini bilerek boşa zaman geçirmeden çalışarak para kazanmanın önemine vurgu yapmıştır. Romanlarında yer alan karakterlerin her birinin birer hatta kendi gibi birden fazla mesleğinin bulunmasını, insan hayatında çalışmanın önemli olmasına bağlamaktadır. Sokakta boza, simit, börek, balık satanların, küfeyle hamallık yapanlar, seyyar berberler, temizlikçiler, emanetçi-postacılar, sebzeciler, kahveciler, şekerciler, kayıkçılar, kâtiplik, amelelik, hizmetkârlık, çiçekçilik, demircilik, öğretmenlik, terzilik, tezgâhtarlık, kasaplık, çerçilik, nalburluk, kuyumculuk, saatçilik, emlakçılık, lokantacılık/aşçılık, bakkallık, tabiplik, arabacılık, tulumbacılık, sandalcılık, seyislik, postacılık, bozacılık, posta memurluğu, kitapçılık, tuhafiyecilik, veznedarlık, avukatlık, mühendis, antikacılık, tamircilik, hakkâk ve nakkaşlık, bohçacılık, kunduracılık, boyacılık, kürkçülük, modacı, döşemeci gibi zamanın birçok mesleği yanında kendisinin bizzat yapmış olduğu meslekleri de eserlerinde detaylı işlemiştir.

Ahmet Mithat Efendi, devlet memurluğuna karşı olmamakla birlikte ticareti ve esnaflığı tavsiye etmektedir. Eserlerinde şahsi girişim yoluyla serbest ticaret yaparak geçimlerini sağlayanlardan büyük adam daha çok çıktığını düşünüyor. Bir insanın eğer dünyada yalnız yaşamayacak ise bir amaca hizmet etmesi ve herkesin yaşayabileceği bir sanat sahibi olmayı kabul etmesi gereğini vurguluyor. Örneklerini sadece ülkemizden değil yurtdışında yaptığı seyahatlerdeki izlenimleriyle, farklı uygulamalarıyla zenginleştirmiştir. Roman ve hikâyelerinde fark ettirmeden girişimciliği özendirmekte bu yönde olumlu düşüncelere sevk etmektedir.

Paranın insan hayatındaki gücünü, iyilikte ve kötülükte nasıl kullanıldığını, mutluluk getirmediğini ve birçok insan için imtihan vesilesi olarak nasıl yoldan çıkabildiklerini hikayeleştirerek anlatmıştır. Bir emeğin karşılığı olarak ilk kez para kazanıldığında ne kadar kıymetli olduğunu, insana değer katma gücü olan paranın, ekmeğini taştan çıkartan alınteri dökenler için helal yollardan yemekle tükenmeyeceğini söylüyor. Tasarrufun, harcarken hesaplı davranmanın, israf etmemenin küçük görülen gereksiz harcamaların, kumar ve şans oyunlarının vahim sonuçlarını gösteriyor. Dünyayı idare etme gücüne de sahip gözüken para ve miras için en yakınların küstüğünü, nikâha bir gün kala ayrılanlar olduğuna, kavga ettiklerine hatta cinayetler bile işlediğine şahit olmuştur. Bunun yanında parayı cömertlikte, veren el olarak kullanıldığında toplumda oluşan sevilen insan tipini canlandırıyor.

Ülkemizde yerli şirketlerin kurulmasını, güçlenmesini, sermayelerini birleştirmelerini tavsiye ediyor. Ülkede hammadde var işlenemiyor, yurtdışına gidiyor mal olarak üretilip geliyor. İç ve dış ticaretin yabancıların elinde olduğunu, Osmanlı’da küçük el işçiliği yapılırken Avrupa’da makineli tarıma geçildiğini, bu şekilde rekabet etme şansı olmadığını anlatıyor. Avrupalı büyük şirketlerin ticaret seyyahlarıyla başka ülkelerin yeraltı-üstü kaynaklarını keşfederek işlettiğini, imtiyazlar kazandığını örnekliyor. Bir milletin varlığının milli servetine, ticaret ve sanayisine bağlı olduğunu ekonomik kalkınmanın gereğine işaret ediyor. Yurtdışında makine sergileri/fuarları ve fabrikaları gezdiğinde gıda üretimi için basit ama faydalı makinelerin üretildiğini, katalogları ülkemize getirerek İstanbul esnafına faydalı olacağını düşünmüştür.

Makineleşmenin (bugün dijitalleşme, robotlaşma ve otomasyon diyebiliriz) matbaa için yirmi dört kişiyi işinden ettiğini, büyük makinelerin fabrikalarda yüzde doksan işçiyi işsiz bıraktığını söylüyorlar. Gerçek ise 1811 de İngiltere’de 940 bin işçi kayıtlı iken on yıl sonra 1 milyon 160 bin çalışan olduğunu gösteriyor.  Herşeye rağmen çalışan insanları kahraman gibi, tembel olanları ise işsiz olmaları sebebiyle psikolojilerinin bozulacağını, sessizleşip durgunlaşacaklarını ve hasta olacaklarını, üretime dönük her çabayı değerli kabul ederek eserlerine konu etmiştir.

Ahmet Midhat Efendinin sadece döneminde değil yüz yıl sonra günümüzde bile geçerliliğini koruyan düşüncelerinin okuyanlarda mutlaka olumlu izlenim, düşünce ve eylemlere sebep olacağını düşünüyorum. Günümüz yazarlarına da örnek olacak bu tarzın bugünün insanlarına özellikle milyonları oluşturan genç, eğitimli, işsizler başta olmak üzere herkese faydalı olacağını düşünüyorum. Eserlerinin bir heyet tarafından günümüz gençlerinin anlayacağı şekilde yeniden günümüz Türkçesiyle sadeleştirilerek yazılmasını ve öğretmenlerce analiz ödevi olarak verilmesini faydalı ve etkili görüyorum.

Sonuç olarak, Ahmet Mithat’ın hayatını idare eden çalışma ve iş fikri, onun eserlerine ve yazılarına geniş ölçüde yansımış olup, çağdaşlarından hiçbir yazar, çalışma ve iş fikriyle ilgili meseleleri onun kadar ısrarlı ve geniş bir şekilde işlememiş, o ölçüde eserlerinde yer vermemiştir. Ahmet Midhat Efendi roman ve hikâyelerinde çalışmanın fikriyatını yapması yönüyle Türk yazarları arasında hususi bir yer almış bulunmaktadır.(*) İlkokul dönemimde sınıf kitaplığında ve okul kütüphanesindeki bütün hikayeleri okumuş birisi olarak neden bu eserlerden bir tanesini okuyamadığımı düşünüyor ve yukarıda özetlemeye çalıştığım fikirlerden kırk yıl haberdar olamayışıma üzülüyorum. Özellikle meslek liselilere tavsiye ediyorum. Son sözü Merhum Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a “Seyfi Baba” adlı şiirindeki bu dizeyle; “Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!” söyletelim.

(*) Dr. Erol ÜLGEN, Ahmet Midhat Efendi’de Çalışma Fikri, Ahilik Araştırma ve Kültür Vakfı Yayınları, no:2, s.182

DEĞİŞEN MESLEKLER Mİ? TALEP VE İHTİYAÇLAR MI?

 DEĞİŞEN MESLEKLER Mİ? TALEP VE İHTİYAÇLAR MI?

Çocukluğumda yani yaklaşık kırk yıl önce sokaklarda gezerek birşeyler satan çok sayıda seyyar satıcılar vardı. Bizzat gördüklerimden ve hatırladıklarımdan bazıları; sütçü, yoğurtçu, pamuk şekerci, şambaba tatlıcısı, çekirdekçi, lahmacuncu, bileyici, macuncu, hurdacı, bozacı bunlardan ilk aklıma gelenlerdir. Her mahallede ihtiyaçlarımızı satın alabildiğimiz veya veresiye (yaz deftere) diyebildiğimiz bakkallar vardı. Yaz tatillerinde köyde yaşayan rahmetli amcam ve dedeme yardıma gittiğimde; tütün, mısır, buğday ekimi, tarım-rençberlik ve hayvancılık devam ettiği için hasat ve harman dönemine yetişmiş olmayı da kültür dünyam adına bir şans olduğunu düşünüyorum. Bunların yanı sıra yine o dönemde bugün belki devam eden örneklerini aramakla zor bulabileceğimiz meslek sahipleri ve işyerleri vardı. Ayakkabıcı, yorgancı, saat tamircisi, arzuhalci, bakırcı/kalaycı, sobacı/tenekeci, tabelacı, plakçı/kasetçi, terzi bunlardan bazılarıdır. Çarşıda esnaf olan babam,  hazır imalatları olmasına rağmen bana özel ayakkabı, gömlek ve takım elbise diktirmiş olmasını da kendimce tatlı bir hatıranın ötesinde ayrıcalık olarak önemsiyorum.

Meslekler için değişen bu durumu örneklerle biraz daha açıklayacak olursak; işyerlerinin isim ve markalarını camlarına ve tabelalarına yazan tabelacılar bugünün reklamcılarıydı. Elinde çeşitli fırçalar ve ucunda lastik top olan bir çubukla çeşitli renklerde yağlı boyalar ile istenilen renk ve boyutta kendi sanatçılığını da kullanarak yazılar ve küçük resimleri yaparlardı. Şimdi bu işi bilgisayar başında tasarım programını kullanabilen kişiler, rulo halindeki yapışkan plastik türevi materyalleri kesebilen yazıcı/kesici/çizici çok fonksiyonlu makineleri kullanan meslek sahiplerine dönüştü. Aslında bu meslek ortadan kalkmadı dönüşüme uğradı. Bu dönüşümü görerek, mesleki kurslara katılarak eğiten ve geliştiren tabelacı, bugünde mesleğe reklamcı olarak yeni başlayanlara oranla çok daha başarıyla yapabilmektedir. Sadece tabela değil el ilanı, afiş, broşür, dergi veya dijital ortamda baskıları ve tanıtımları da yapabilen çok fonksiyonlu işler yapan mesleklere dönüşmüştür.

Yine artık emlakçılar, sadece işyerlerinde kara kaplı defterlere aldıkları notlar ve dükkanın camına yapıştırdıkları ilanlarla iş yapmıyorlar. İster ulusal ve global düzeyde marka olmuş ve internet ortamında profesyonelce hazırlanmış web siteleri üzerinden isterse kendilerine ait dijital ortamlardan kendilerinde kayıtlı kiralık ve satılık emlakları ihtiyaç sahipleriyle buluşturabilmektedir. Bunu başarabilmek için yine öncelikle bilişim konusunda temel eğitim ve beceriler yanında mesleğinin ulaştığı trendleri ve yasal boyutları öğrenebileceği gerekli eğitimlere katılmaları ve dijital teknolojik dönüşüme ayak uydurmaları gerekiyordu. Benzer durum oto galericileri için de geçerli.

Kaybolan ve kaybolmaya yüz tutan meslekler içinden geleneksel Türk-İslam El Sanatları gibi kültürel özellikleri de barındıran meslekleri yaşatabilmek ve son ustalarından yeni nesle aktarılabilmesi için resmi, özel ve çeşitli sivil toplum kuruluşları da farklı çalışmalar yürütmektedir. Son yıllarda hat, ebru, minyatür, çini, tezhip, kalem işi, cilt, ahşap oymacılık, kat´ı, dokumacılık gibi alanların yeniden canlandırılması için önemli çalışmalar yapılıyor. MEB, meslek liselerinden bu alanlarda eğitim verebilen İstanbul Fatih Cağaloğlu Geleneksel Türk Sanatları Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesine dönüştürmüştür.

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Kasım ayında “Geleceğin Meslekleri ve Mesleklerin Geleceği” konulu bir çalışma yaparak strateji belirlemeye çalışmış ve sonucu rapor olarak yayınlamıştır.(1) Bu çalışmanın açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay; Tüm dünyada yaşanan teknolojik değişim ve dijital dönüşümler ışığında yeni mesleklerden örnekler vererek “Geleceğin meslekleri küresel gelişmeler ışığında belirleniyor olsa da Türkiye’de mesleklerin geleceğini belirleyecek olan bizleriz. Sahip olduğumuz alt yapımız ve beşeri sermayemizin resmini ne kadar iyi çekip gelişmeler ışığında belirleyebilirsek gelecek adımlarımızı o kadar sağlam atabiliriz… İşgücü piyasasının dönüşen ihtiyaçları doğrultusunda eğitim programlarının, müfredatın ve mevzuatın yeni trendleri desteklemesi önemlidir… Ancak yaşanan dönüşümlerin hızı düşünüldüğünde kurumlarımızın adaptasyon hızı henüz istenilen düzeyde değildir. AB Komisyonu Raporunda dijitalleşme sonucu on yılda iki milyon yeni iş oluşacaktır.” Diyerek küresel değişmelerin ışığında ulusal çapta stratejik düşünmek gerektiğine vurgu yapmıştır.

YÖK Başkanı M. A. Yekta Saraç, “Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 yılı İşlerin Geleceği Raporu’na göre: yüksek hızlı mobil internet, yapay zekâ, bulut teknolojileri ve büyük veri analizlerinin adaptasyonunun iş dünyasını hızlı, derinden ve yaygın olarak etkilediği net olarak ortaya konulmuştur. Eğitimin, iş dünyasının, hükümetlerin ve sosyal alanın bu gelmekte olan büyük dönüşümden nasıl etkileneceğini ciddi bir biçimde ve titizlikle çalışmamız gerekmektedir… Bu alandaki akademik çalışmalar, otomasyon teknolojilerinin, en çok etkilendiği üç alanın küreselleşme, dijitalleşme ve ekonominin çok geniş anlamda merkezileşmeden uzaklaşması (ekonomik atomizasyon) olduğunu ifade etmektedirler. Dünyada şu anda işlerin % 90’ı bilişim teknolojileri ve yetenekleri gerektiriyor. 2005 yılından beri ülkeler arasındaki veri aktarımı 45 kat artmıştır. Artık alışverişler veri ile gerçekleştirilmektedir. YÖK, 100/2000 Doktora Projesi’nde geleceğin meslekleri ile ilgili ülkemizin ihtiyacı olan öncelikli alanlarda doktora programları açarak akademiye, iş dünyasına ve de sanayiye, doktoralı, nitelikli insan kaynağı yetiştiriyoruz. Ana gayemiz geleceğe güçlü nesiller yetiştirmektir.” Diyerek teknolojik dönüşümünün önemine ve bu konuya hazırlık olarak doktora programları başlatıldığını belirtmiştir.

TOBB, TÜSİAD ve MÜSİAD gibi iş dünyasının temsilcileri de görüşlerini açıklamıştır.  TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu; “Üzülerek görüyorum ki gençler işe başladıklarında tamamen teorik bilgiyle dolu. Başarıyla üniversiteden mezun olmuş ama daha öğrendiği o bilginin sahada ne işe yarayacağını bilmiyor! Tabii bir de o bilgi de belki birkaç yıla eskiyecek. O nedenle gençlere öğrenmeyi öğretmek zorundayız. Ve iş dünyasının ihtiyaç duyduğu gerçek problemlerle onları daha öğrenciyken karşılaştırmalıyız. Türkiye’de üniversite sanayi iş birliğini gerçek anlamda, ortak eğitim modeliyle biz başlattık. Öğrencilerimiz üç dönem eğitim görüyor. Hem sırada hem sahada öğreniyorlar. Çok şükür bu sistem başarıyla işliyor. Mezunlarımızın % 46’sı ilk altı ay içinde iş buluyor.” Diyerek gençlerin, iş hayatı gerçekleriyle daha eğitim sırasında tanıştırılması gerektiğinin önemine değinmiştir.

TÜSİAD Başkanı, Simone Kaslowski; “Peki dünyanın geçirmekte olduğu bu hızlı değişimle nasıl başa çıkacağız? Her yeni çıkan meslek alanına göre, hatta henüz öngörülemeyen meslek alanları için üniversite bölümü veya meslek okulu kurmak çare olabilir mi? Yoksa gençlerimize “öğrenmeyi mi öğretmeliyiz”? İşgücünün artık neredeyse altı ayda bir yeniden eğitimle yeni bir beceri edinmesi gerekiyor. Mezuniyetten emekliliğe kadar bilgi, beceri ve yetkinliklerimizi tazeleme, güncelleme ve çeşitlendirme ihtiyacımız var. Hayat boyu eğitimi bir yaşam felsefesi olarak benimsersek teknolojik değişimlere uyum kapasitemizi artırabiliriz. Üniversitelerimizin topluma dönük yüzünde hayatboyu eğitim çalışmalarının işgücü piyasası ile uyum içinde olması önemlidir.” Diyerek; Gençler başta olmak üzere öğrenmeye kendimizi hazırlayarak her türlü değişime başarıyla uyum sağlayabileceğimizi vurgulamıştır.

MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan; “Tarihin saati her toplumda aynı ibreyi göstermez. Buna doğrudan “geri kalmışlık” demek yanlış bir klasifikasyona bizi götürür. Çünkü her toplumun kültürel ve sosyal kodları onun sanayisini, üretim anlayışını ve geleneğini, o toplum için vazgeçilmez sektörleri yani uzmanlaşma düzeyini belirler. Önce toplumu tanımalı ve “gelecekte biz nerede olmak istiyoruz”, “Gelecekte Türkiye, global puzzle’ın hangi parçasına tekabül etmek istiyor” gibi genel vizyonlarımızı iyi planlamamız gerekiyor. Eğitim ve meslek edindirme elbette çok önemli ama bunu neye göre yani hangi parametrelere göre yapacağız? Biz kendimizi nereye konumlandıracağız ki nesillerimizi ona göre mesleki alanlar açısından yönlendirelim? Son olarak bir başka husus daha var: Biz gençlerimizi, onların yeteneklerini ve yeni gelen neslin hangi alanlara daha yatkın olduğunu biliyor muyuz? Yani bir “yetenek yönetimi” tespit çalışmamız var mı?. Asıl yapılması gereken yapay zekânın her alanı etkileyeceğinin farkına varıp, her programa yapay zeka modülü koymaktır. Dünyanın bir numaralı sorunu iklim değişikliği olduğuna göre, bu toplantıda konuşulmasını umduğum bir konu temiz enerji. Ama eğer kalkıp da bir “temiz enerji mühendisliği” programı açarsak, esas hedefi ıskalarız. Temiz enerjiye giden yol birçok programdan geçer: makina, elektrik, kimya, inşaat, endüstri ve bilgisayar gibi birçok mühendisliğin yanı sıra, hukuk, eğitim, sosyoloji, siyaset bilimi, iktisat, işletme programlarına temiz enerji modülleri konulmalı. Yani geleceğin meslekleri yerine geleceğin konularına odaklanmalıyız.(2) İklim, enerji ve yapay zeka konusunda çalışmaları yetenek yönetim çerçevesinde bilinçli bir şekilde sürdürülmesi gerektiğini tespit ederek ülkemizi konumlandırmamızın daha doğru olacağını söylemiştir.

TÜBİTAK Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (SAGE) Müdürü Okumuş Uluslararası Çalışma Örgütü ile Dünya Ekonomik Forumu’nun mesleklerin geleceğine yönelik araştırmaları kapsamında dijital dönüşüm çağı sonucunda çalışma hayatının çok yeni iş kolları ile var olmaya devam edeceğini belirtti. Okumuş, bu süreçte robotik sistemler, otomasyon, yapay zekâ ve biyoteknoloji gibi alanlarda yaşanan dönüşümün meslekler üzerinde çok önemli etkiler gösterdiğini söyledi. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk gelecekte talep artacak meslekleri şöyle sıraladı: Endüstriyel bilgisayar programcılığı, giyilebilir teknoloji tasarımcısı, endüstriyel kullanıcı arayüzü tasarımcısı, bulut bilişim uzmanı, siber güvenlik uzmanı, veri analisti, sosyal medya uzmanı, yazılım geliştirme uzmanı, mobil yazılım uzmanı, oyun geliştirme uzmanı. (3)

Sonuç olarak her açıdan yepyeni ve kalıcı bir eğitim anlayışı ve modeline geçmek zorundayız. Bu model oluşturulurken hem günümüzün hem de geleceğin ihtiyaçlarını ve gereklerini göz önünde bulundurmak durumundayız. Burada can alıcı nokta, “gelecekte nasıl bir dünya ve nasıl bir insan istiyoruz” sorusudur. Bir yandan günümüzün ihtiyaçlarını karşılarken bir taraftan da geleceği inşa ve ihya edecek insan tipini hayal etmek ve bu insan tipinin yetişmesi için çaba, gayret, emek ve kaynak sarf etmeliyiz. Bu noktada “öğretim” işinin gelecekte bugünden daha fazla teknolojiye ve hatta robotlara havale edileceği aşikârdır. Ancak, “eğitim” konusu asla teknoloji ve robotlara havale edilemez. Teknoloji ve robotlar “öğretim” işini gelecekte elimizden almaya aday olsalar da “eğitim” işi her daim insan insana olarak uhdemizde kalmalıdır. Yüce Mevlamızca insanlar için insanca yaşamak üzere yaratılan biricik dünyamızı korumak için hilkate ve fıtrata uygun insanlar yetiştirmek en büyük insanlık görevimiz olmalıdır. Peki ama bunu nasıl başarabiliriz?(4)

Her ülke kendi gerçeklerine göre eğitim ihtiyaçlarını belirlemektedir. Hatta bazı mesleki eğitimlerin ülkenin farklı bölgelerinin ihtiyaçlarını karşılamak adına yöresel olduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak tüm insanlığın değişmez ihtiyaçları sayılabilecek emniyet, güvenlik, savunma, sağlık, adalet hizmetleri için gerekli nitelikli meslek insanlarını dünya standartlarında yetiştirmek gerekiyor. Yüz yılda bir insanlığın başına Covit-19 Korona Virüs Salgını gibi bir olay geldiğinde; acil ihtiyaç duyulan ve sahip olunmayan sağlık araç-gereç ve makinelerini, sahip olunan genç dinamik insan kaynağı ve altyapısı yanında milli birlik duygusuyla çok kısa sürede kenetlenerek başarmanın mümkün olduğunu kanıtlamış olan Türkiye, aslında ciddi bir potansiyel enerjiye sahip olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.

  • Geleceğin Meslekleri Çalışmaları, YÖK Raporu, Ankara, 2019
  • https://medium.com/@ErhanErkut/gelece%C4%9Fin-meslekleri-mesleklerin-gelece%C4%9Fi-14876b595e49
  • http://www.pervinkaplan.com/detay/gelecegin-mesleklerine-hazir-miyiz/9802
  • Dr. Ertuğrul YAMAN Akademisyen / Yazar, Geleceğin Dünyası ve Geleceğin Eğitimi, Eğitime Bakış Dergisi, Eylül – Ekim – Kasım – Aralık 2019 Yıl: 15 / Sayı: 47, s. 82-86

BATI'YA YÖN VEREN METİNLERDE EĞİTİM

 BATI'YA YÖN VEREN METİNLERDE EĞİTİM

Bilim insanlarından bazıları yeni şeylerin arayışında, bazıları bugünü, bazıları ise dünü araştırıp insanlıkla paylaşmak için çaba sarfederler. Geçmişi unutup insanlık tarihi boyunca söylenen, yapılan ve yaşananları kısacası birikimleri yok ve değersiz saymak mümkün değildir. Bu bilginin tümünden faydalanmak sanıldığı kadar kolay da değildir, samanlıkta iğne aramak gibidir. Fakat bilginin tümünün yani dünyalarca belgenin olayın tasnif ve analiz edilmesi oldukça da zordur. Bilişim teknolojileri bu işi kolay kılmış olsa da tarihi belgelerden gerekli işe yarar bilgilerin süzülmesi için bilim insanlarının yoğun emek vermesi gerekiyor.

Eğitim tarihi bir toplumun, bir ülkenin, bir kişi veya kurumun geçmişte kalmış ama gelecek kuşaklar için değerli olabilecek fikir, organizasyon ve uygulamalarıdır. Tarih, insanlığın ve insan topluluklarının ortak bilincidir. Nasıl fert, insan geçmişini hatırlamayınca şimdiki zamanı bilinçli olarak değerlendiremiyor ve geleceği sağlıklı planlayamıyorsa; tarih bilincinden yoksun bir insanlık ve insan topluluğu da aynı vaziyette bulunuyor demektir. Bu nedenle her toplumun kendi eğitim faaliyetleri geçmişini ve tecrübelerini doğru olarak bilmesiyle bunlardan yararlanarak günümüzü daha sağlıklı değerlendirmesi ve geleceği yönelik sağlam planlar yapması mümkün olabilecektir.(1)Türk eğitim tarihi bilmeyen bir eğitim ve öğretmen bugünün eğitim politikalarını yeterli bilgi ve bilinçler değerlendiremez, sorgulayamaz… Öğretmen kendi mesleğinin sorunlarını tarihi ve güncel boyutlarıyla bilen, meslek bilincine sahip ve mesleğini koruması gereken bir insan olmalıdır. Bunun için mesleğinin gelişme tarihini bilmelidir. Türk eğitim tarihi de geniş ölçüde öğretmenin tarihidir. Öğretmenin edilgen kalmayıp eğitim politikaları konusunda söz sahibi olması, eğitimi düzenleme faaliyetlerine katılması, eğitim öğretim ve öğretmen sorunlarını sorgulaması için gerekli bir bilgidir.(2)

Her konuşmaya çağdaş batı düzeyi ve normları diyerek başlanması neredeyse adet halini aldı. Bu batı toplumları bugünkü düzeyine gelene kadar neler yaşamış ve neler söylenmiş bunu çok da merak etmeyiz. Merak eden birileri çıkıyor mutlaka. Bunlardan biri de Yazar Alev Alatlı. Dört cilt halinde “Batıya Yön Veren Metinler” adıyla hazırladığı eserde; batı karşısında geri kalmışlık duygusunun bilincimize sosyo-kültürel çıkmaz olarak kazındığını, dünyadaki bilim insanlarının eserlerinin zamanında dilimize çevrilerek faydalanılamadığını, son yüzyılda yapılan çevirilerde ise batı düşünce tarihine dair belli bir düzen ve disiplinde değil ideolojik ve popüler kültüre ait niteliksiz çevirilerin sorun oluşturduğunu anlatmaktadır. İnsanlığın son üçbin yılına ait yaklaşık bin metinden oluşan seçki ve derleme eseri, yeni bir uyanışın ilk adımları olarak Türk okurlarıyla paylaşmaktadır.(3)

İnsanın konu edildiği her metin bir mana da eğitime değinmiş oluyor. İnsanın kendi sağlığını koruyarak yaşaması, hayatını devam ettirebilmesi için çalışması ve üretmesi, toplumsal hayatın bir parçası olarak uyumu eğitimin de konusu oluyor.  Özetle bir insan; mutlu, başarılı ve sağlıklı olabilmesi için önce insan olarak kendini, yaşayacağı ortamı doğayı ve doğumundan ölümüne kadar ihtiyacı olan sayısız bilgi ve beceriye eğitimle sahip olabilmektedir. Bu yazıda yaklaşık üçbin yıl içinde yazılmış önemli metinlerde öne çıkan ve göze çarpan eğitimle ilgili birkaç düşünceyi paylaşarak büyük ölçüde hala geçerli oldukları hayrete sunulmuştur.

Rönesans’la ortaya çıkan insancı akımın en büyük temsilcilerinden Desiderius Erasmus (1466-1536), Avrupa’nın ortak bir sanat ve bilim anlayışının çatısı altında birleşmesinde eğitime büyük önem vermektedir. “Çocukların Eğitimine Dair” yazısında özetle; “insanı oluşturan şey akla sahip olmasıdır. Ağaçlar ve vahşi hayvanlar kendiliğinden büyür ama inanın bana insan şekillendirilir… Felsefenin geliştirdiği akılla sağlam biçimde eğitilmemiş bir insandan daha tehlikeli bir kişi yoktur… Akıllı bir yaratık olan insanın bireysel gelişimini belirleyen üç koşul; doğuştan gelen kapasite ve eğilim, eğitim ile içimize yerleştirilmiş ve eğitim ile ilerletilmiş faaliyetin kendimiz tarafından serbestçe gerçekleştirilerek pekiştirilmesi olan pratiktir… Bir çocuk matematiğe, diğeri ilahiyata, bir başkası retoriğe veya şiire, diğeri ise askerliğe doğuştan eğilimli olabilir. Bazı zihinler belirli alanlar tarafından öylesine sahiplenilmiştir ki, onları diğer alanlara çekmek mümkün değildir, bu yöndeki bir deneme kesin bir tiksinmeye sebep olabilir. Bu sebeple öğretmenin böylesi doğal eğilimleri, böylesi kişilikleri çocukluğun erken dönemlerinde gözlemesi gereklidir, çünkü en kolay öğrendiğimiz şeyler alıştığımız şeylerdir.”  Erasmus, insana bahşedilen akıl nimeti sayesinde eğitilerek şekillendiğini, doğuştan çeşitli yeteneklere sahip olduğunu ancak bunları da pratik yaparak geliştirilebileceğini, belli alanlarda daha yetenekli olduğunu ve bu yönde erken yaşlardan başlanarak eğitilmesi gerektiğini yüzlerce yıl önce söylemiştir.

Ortaçağ’da okul müdürü olan Henry Peacham (1576-1644) “Mükemmel Centilmen” adlı eserinde; “ Eğitimin değerini ve mükemmelliğini gördükten, asaleti ne kadar geliştirdiğini, cehalet yüzünden her saat nasıl hatalar yapıldığını, tarihin gördüğü en bilge insanlarla bir konuda konuşmanın ne kadar keyifli olduğunu anladıktan ve matematik, şiir, resim gibi en keyifli takdire şayan bilimlerde irfan sahibi olduktan sonra bu eğitimden keyif alacak onu kılavuz edinecek ve sadece tatlı değil, en mutlu hayat için de zemin olarak kabul edeceksiniz.” Eğitimin insana ilave değer kazandırdığını, eğitimli insanların daha az ve küçük hatalar yapabileceğini, eğitimli insanlarla yaşamanın zevkli olduğunu, eğitimin insanı mutlu kılmak için önemli bir araç olduğunu açıklamıştır.

Peter Reisenberg’e göre; Rönesans İtalya’sında insancı yüksekokulların hedefi, sanattan ve bilimden anlayan, hatta dünyanın anlamsızlığını kavradığı halde ülkesine hakkıyla hizmet edebilecek olan erdemli insan yetiştirmekti.  P. Paul Vergerio (1370-1444) ise büyükbabasının kendisine, bir ebeveynin çocuklarına karşı üç temel görevinden en önemlisi olarak çocuğunun sağlam bir eğitim almasını sağlamak olduğunu öğrettiğini söyler. Hiçbir servet veya ileri dönük hiçbir yaşam güvencesi, onun iyi bir eğitim alması ve kültür bir insan olarak yetişmesi kadar değerli bir hediye değildir. Zamanında iyi bir eğitim almamış olmasına çare bulamaz. Bu imkan çocuğun yaşamının ilk yıllarından itibaren ona sunulmalı, kişiliği ve aklı gençken yoğrularak kalıcı bir biçimde eğitilmelidir. Çocuklar, büyük ölçüde ailelerinin geleneksel disiplinine tabi olsalar da, kamu düzeninin denetiminden muaf değildirler. Çünkü çocukların nasıl eğitildiği, ailenin de ötesinde, devleti ilgilendirir. Devlet, gençlerin iyi ve doğru eğitim almalarını, bazı yönleriyle kendi sorumluluk alanının bir parçası olarak görür. Gençleri günaha teşvik edebilecek olan şeylerden korumak gerekiyor. Kötü arkadaşlıklar kişiliği bozabilir. İyi davranılmalı ama şımartılmamalıdır. Genç erkeklerin derslerine daha iyi odaklanabilmeleri için evden uzak bir yerde eğitim görmelerini öğütler. Beşeri ilimlerde (gramer, hitabet, mantık, aritmetik, astronomi, müzik ve geometri) öğrenim görmek suretiyle akil ve erdemli olmayı öğreniyor ve bunun tatbikatını yapıyoruz. Bu eğitim Tanrı’nın insanoğluna bahşettiği bedeni ve zihni uyandırıp çalıştırmak ve geliştirmek suretiyle bizi yüceltir, bizi saygınlık ve erdem sahibi insanlar yapar. Bu amacın çocuğun zihninde erken yaştan itibaren canlı tutulması son derece önemlidir. Böylesi bir arayışa en küçük yaştan itibaren girmemiş olsak, ilerleyen yıllarda edindiğimiz bilgeliği edinemezdik.

Çocuğuna iyi bir eğitim vermek anne-babaların en önemli görevlerindendir. Geçmişten günümüze eğitimde; doğruluk, yardımseverlik, yiğitlik, bilgelik, alçakgönüllülük, iyi yüreklilik, ölçülülük gibi niteliklere sahip ahlaklı, olarak yetiştirmek kısacası erdemli insan olmak hedeflenmiştir. Bunu eskiden beri tüm devletler asli görevi olarak kabul etmişlerdir. Eğitime en küçük yaştan başlamak gereği bugün beşikten değil anne karnından şeklinde değişmiştir.

Doktor, anatomi profesörü, mucit sosyal bilimci William Petty (1623–1687), Onlara okumayı, yazmayı, çizmeyi ve yabancı dilleri geliştirilmiş metotlarla öğretmeliyiz… en yüksek sınıftan da olsalar tüm çocuklara küçüklüklerinde biraz imalat öğretilmelidir, örneğin: saatler ve başka dönme hareketli aletler imal etmek, cam üzerine veya yağlıboya ile çizmek ve boyamak, çeşitli malzemelerle oymak, aşındırmak, yontmak, kakmak ve kalıba dökmek, botanik ve bahçecilik, gemi, mimari ve ev modelleri yapmak. Tüm bunları öğrenmenin sebebi, genel olarak daha üretici olmalarıdır. Onları zanaatların efendileri olmaya yönlendirebilir. Zamanlarını kötü vesilelerle harcamalarına engel olur. Yabancı dil ve bir meslek sahibi olarak üretken olmayı öğrenmenin gerekliliğinin çok eski zamanlarda fark edilmiş bir ihtiyaç olarak kabul edildiğini öğreniyoruz.

Chalotais (1701–1785),  Millet adına sadece devlete bağlı olacak bir eğitim talep etme hakkını kullanıyorum; çünkü o hak esasen ona aittir, çünkü her millet devredilemez daimi bir hak olarak bireylerini eğitme hakkına sahiptir ve son olarak devletin çocuklarının devlet mensupları tarafından eğitilmesi gerekmektedir. Çocukları eğitirken gözetilmesi gereken prensipler, doğanın çocukları eğitirken kullandıklarıyla aynı olmalıdır. Doğa, öğretmenlerin en iyisidir. Bilinmesi gereken her şey kitaplarda yoktur. Konuşarak, örf ve adetlerle ve uygulayarak öğrenilmesi imkânsız olan binlerce şey vardır ama sadece zaten bir şekilde alıştırma yapmış olan akıllar böyle bir öğrenim şeklinden faydalanabilirler… Yapılması gereken, doğayı, doğanın kendisinden, üretim ve sanat çalışmalarını da atölyelerden öğrenmeye başlamaktır… Genç insanlara bahsedilen değerli sanat bilgisini vermede, onlara parçalayıp birleştirmekten, keyif alacakları en basitinden makineleri göstermek bile yeterli olacaktır.

Eğitimin bir işlevi de kültür aktarımını sağlamasıdır. Kültür, bir millete ait olduğu için ve birarada düzen ve huzur içinde yaşatma görevini devlet yürüttüğü için eğitim hakkı ve ödevi de devlete ait olması tabiidir. Şehir yaşamında doğa, insan tarafından şekillendirilerek tabii ortamından çok uzaklaştırılmıştır. Buna rağmen hemen herkeste doğaya özlem vardır. Doğa kendi kurallarına uyularak yaşandığında tüm canlıları besleyecek zenginliğe sahiptir. Doğadan faydalanabilmek için tanımak, kurallarını öğrenmek ve üretebilmek zanaatına sahip olmak gerekmektedir. Bu sebeple son dönemde Milli Eğitim Bakanlığı da tasarım beceri atölyeleri kurmaya ve çocukları küçük yaşta yaşam becerileri kazandırmaya başlamıştır.

İlimin bilimin doğusu-batısı olmaz zira o, insanlığın ortak malıdır. Bu durum yüzyıllar boyunca böyle kabul edilmiştir. İlim insanlarının görevi bilgiyi hikmeti bulup çıkarmak ve insanlığın dertlerine çareler üretmektir. Prof. Dr. Fuat Sezgin, “bilimin ve insanlığın bilgi birikiminin Batı’nın malı olduğu” tezi ve yaklaşımına karşı çıkarak “İslam dünyasının özellikle ortaçağ boyunca bilime büyük katkıları olduğu ve bunun görmezden gelindiği” görüşünü ileri sürmüştür.(4) Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyete göre, Peygamberimiz Hz. Muhammed (ASV) ; “Hikmet, değerli bilgiler müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17) diyerek insanlığın faydasına olacak bilginin kimin ürettiğine ve sunduğuna takılmadan kayıp bir malı arar gibi peşine düşerek arayıp bulmak gerektiğini söylemiştir. Okuyucu merak etmeden Yazar Alatlı, “Batıya Yön Veren Metinler” çalışmasından sonra bir başka yazının konusu olacak “Bize Yön Veren Metinler” adıyla iki ciltlik bir çalışmayı da kültürümüze kazandırmıştır. Öğretmenlerin bu metinlerde yer alan özellikle eğitim konularından haberdar olmasının önemlidir. Bu sayede öğrencilerine daha iyi bir rehber olacaklardır.

(1) Mustafa ERGÜN, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, s.321, Cilt 6, Sayı 12, 2008, İstanbul

(2) Yahya AKYÜZ, Türk Eğitim Tarihi, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, s. 484, Cilt 6, Sayı 12, 2008, İstanbul

(3)Alev ALATLI, Batıya Yön Veren Metinler, 4 cilt, Kapadokya MYO, 1. Basım- Ekim 2010, Melisa Matbaacılık, İstanbul

(4) Mehmet AYGÜN, Fuat Sezgin ve Çalışmaları, Avcılar İlçe MEM Neşide Dergisi, Sayı 4.

İHTİYAÇLAR VE BEKLENTİLER

İHTİYAÇLAR VE BEKLENTİLER

 Ülkemizde sağlık, mutluluk, huzur ve refah içinde yaşayabilmemiz için öncelikle toplumu oluşturan bireylerin sağlıklı ve eğitimli olması gerekmektedir. Devletimiz, Milli Eğitim Temel Kanununda tüm çocukların gelecekte; iyi bir vatandaş, iyi bir insan ve iyi bir meslek sahibi olmaları için amaç ve hedefler belirlemiştir. Buna göre eğitimdeki amacımız, milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmektir. Beden, zihin, ahlak, ruh ve duygu bakımlarından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe ve karaktere, hür ve bilimsel düşünme gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan; yapıcı, yaratıcı ve verimli kişiler olarak yetiştirmektir. İlgi, istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek gerekli bilgi, beceri, davranışlar ve birlikte iş görme alışkanlığı kazandırmak suretiyle hayata hazırlamak ve onların, kendilerini mutlu kılacak ve toplumun mutluluğuna katkıda bulunacak bir meslek sahibi olmalarını sağlamaktır.

Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır. Demek ki hepimizin öncelikle devlet, vatan, millet, bayrak gibi sahip olduğumuz değerlere karşı sorumluluklarımız ve bizden beklentiler bulunmaktadır.

Eğitimden iyi insan, iyi vatandaş ve meslek sahibi bireyler yetiştirme beklentisinin günümüz değişen ihtiyaçlarıyla oluştuğu zannedilebilir. Eğitim tarihi incelendiğinde, antik çağda Sokrates ve Platon ile başlayan eğitim ideali genel itibariyle; gelişmiş bir vücut, zihinsel gelişme, ruh ve ahlak güzelliği olarak özetlenebilir. Antik Yunan’da vücudun disiplinle, ruhun neşeli ve cesur duruma sokulması için jimnastik ve müzik eğitimine önem verilmiştir. Antik Roma’da ise ailede sıkı bir ahlak ve disiplin temeli üzerine becerili, erdemli ve sağlam bir karaktere sahip “iyi vatandaş yetiştirmek” eğitimin amacıydı. Çocukluktan çıkan kızlar anneleriyle, erkekler ise babalarıyla birlikte hayata hazırlanmaktaydı. Daha sonraları erkek çocuklar mesleki yönden gelişmeleri için bir ustanın yanına çırak verilirdi.(1) Demek ki binlerce yıl önce bir insandan toplumunun beklentisi ne ise bugünde fazlaca değişmemiştir. İslam Felsefesine göre de eğitimin özünde İnsan-ı Kamil olarak tanımlanan iyi insan olmak temel ve başlangıç sayılarak hep aynı kalmıştır.

Yaşımız ne olursa olsun hepimiz anne-babalarımızın en kıymetli varlıkları olan çocuklarıyız. Dünyada varlığından haberdar olduğumuz canlılar içinde, bağımsız olarak yaşayabilecek çağa en geç ulaşabilen varlık yine insandır. Çocuklarımızın özel durumları hariç olmak üzere genel olarak hepsinin sevgi ve şefkat, özgüven, bağımsızlık, sorumluluk, ilgi, ait olma, öğrenme ve inanmak gibi temel psikolojik ihtiyaçları bulunmaktadır.(2) Çocukların temel zorunlu ihtiyaçlarıyla birlikte biz yetişkinlerden beklentileri de bulunmaktadır. Onlara karşı daha anlayışlı ve sabırlı olmak, fikirlerine değer vermek, zaman ayırıp gerekirse oyun oynamak, seyretmek yaptıklarını onaylamak, aile ferdi olarak söz hakkı tanımak, başkalarının çocuklarıyla kıyaslamamak, sürekli bizim zamanımızda diye başlayan cümlelerle onların imkânlarının bolluğunu ve kıymet bilmediklerini yüzlerine vurmamak, kendileri gibi arkadaşlarına da saygı duymak, aşırı korumacılıkla kafeslere hapsetmemek, onların da birşeyler başarabileceğine inanarak ve güvenerek özgüven sahibi bireyler olarak yetişebilmelerine fırsat tanımak gibi… Ancak çocukların en temel ve başlangıç ihtiyacı beklentisi hep sevgi olmuştur. Hz. Ömer, vali olarak görevlendirmek için yanına çağırdığı birinin torunlarını sevmesini gördüğünde, kendisinin de on torunundan hiçbirini kucağına alıp sevmediğini ve öpmediğini söylemesi üzerine vali yapmaktan vazgeçmiştir. Sevmesini bilmeyenin halka şefkatli davranamayacağını düşünmüştür.(3)

Genelde ihtiyaçların parayla satın alınabilecek şeyler olduğu düşünülür. Çocuklarımızın her istediğini ikiletmeden hatta daha fazlasını satın alarak onları varlıklara boğmak her ihtiyacını karşıladığımız anlamına gelmiyor. Çocukken ona en kaliteli ve teknolojik oyuncakları alabiliriz, canı çektiği her türlü yiyeceği elini uzattığında sağlayabiliriz. Biraz büyüyünce son model cep telefonu, arabayı alıp sınırsız kredi kartını cebine koyabiliriz. Eğer sevgiye ihtiyacı olduğunda, sevincini ve üzüntüsünü paylaşmak vaktinde yanında değilsek hatta yanındayken birde ilgisiz kalırsak en önemli ihtiyacını eksik bırakmış oluruz.

Bilinçli anne-babalar çocuklarından bebeklikten itibaren düzenli ve sağlıklı beslenmeleri, uyku ve dinlenmelerine dikkat etmeleri ve düzenli bir yaşamları özetle sağlıklı bir insan olmalarını isterler. Aile olarak birlikte yaşarken çocuklarının huzurlu ve mutlu bir insan olmalarına dikkat ederler. Hatta karı-koca arasında varsa anlaşmazlıklar ve tartışmaları çocuklarının yanında yapmazlar. Manevi temellerinin güçlü olmasını, saygın ve statü sahibi insanlar olmalarını, güven içinde yaşarken güvenilir insanlar olmaları beklentisi içindedirler. Bunun işaretleri her öğretim yılı sonunda alınan karnelerin sağ tarafında öğrencinin hal ve davranışlarıyla ilgili yapılan değerlendirmelerde görülebilir. Başarılı olmalarını, ebeveynlere göre okul döneminde karnelerin sol tarafının pekiyilerle dolu olması, teşekkür ve takdir belgesi almaları, bütün sınavları başarmaları, en iyi lise ve üniversiteleri kazanmaları, tüm kültür ve spor yarışmalarından derece yapmalarını beklerler. Tüm anne babalar kendi çocuklarının çok zeki, yetenekli ve farklı olduğunu düşünür. Bunun sonucu olarak her konuda başarılı olmasını arzu eder.

“Doğduğun Ev Kaderindir” TV dizisi gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkan ilginç konusuyla dikkatleri üzerine topladı. Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitabından uyarlanan dizide; farklı hayatı ve ondan beklentileri bambaşka olan öz ve üvey ailesi arasında sıkışıp kalan Zeynep’in yaşadıkları ele alınıyor.(4) Dizide geçim sıkıntısından zengin bir aileye evlatlık olarak verilen kız, eski mahallesindeki tamirci bir gence âşık olup mahalleye geri dönmektedir. Öz anne-babasıyla tekrar eski yaşamını tercih etmesi ancak büyüten yetiştiren ailesinden kopamayışı çevresinde yaşanan olaylar konu edilmektedir. Eski İstanbul’un bir mahallesinde kimsesiz çocukların korunduğu, komşuluk ilişkilerinin gözetildiği ve ekonomik sıkıntılara karşı insanların onuruyla verdiği yaşam mücadelesini gözler önüne sermektedir. İnsanoğlu ailesini ve yaşayacağı çevreyi seçemeden hayata gözlerini açıyor. Ailenin geçmişi, kültürü, imkânları, yaşanılan ev ve muhit, anne-babanın yaşam biçimi, kendi aralarındaki iletişimi kısaca sosyal çevresi çocukların sağlıklı psikolojik gelişiminde etkili oluyor. Buradan hareketle yetişkinlikte çeşitli sorunları olanlara psikologlar, çocukluktaki yaşantılarına inerek geçmişten gelen bir eksik ve yanlışlığı tespit ederek tedaviye çalışmaktadırlar.

Çocuklara, anaokulu çağından başlayarak başta özbakım becerilerini ve temel ihtiyaçlarını bir ölçüde kendi başına karşılamayı öğretmek özgüvenle yetiştirmek gerekiyor. Okul hayatı başladığında evde ödevlerini kendi başına yapabilme alışkanlığını kazandırarak sorumluluk duygusuna sahip olmasını, bağımsız birey olabilmeyi ve sorumluluklarını kendi başına yerine getirmesine imkân sağlayabiliriz.

Eskiden Türk Toplumunda bazı yörelerde askerliğini yapmamış erkeklere kız verilmediği ve evlendirilmediği yönünde uygulama olduğu anlatılır. Bunun temelinde bir insanın yetişkin, kâmil ve sorumluluk sahibi olabilmesi için evinden uzakta toplum içinde bir müddet sorumluluk alması ve görev yapması yaşaması gerektiğine inanılması kısacası böylece adam olacağına inanç yatmaktadır. Yatılı okullarda kalan çocukların kendini koruyabilmesi, ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve gelecek hayatında karşılaşabileceği zorluklarla başedebilmesi için önemli bir ön hazırlık olduğunu düşünüyorum. Yine devlet memuru olarak ailesinden ve yaşadığı şehirden uzakta çalışmasının da kişiyi kişisel, toplumsal ve mesleki açıdan olgunlaştırdığına inanıyorum. Öğretmenlik mesleğine terörün en yoğun olduğu doksanlı yılların başında Hakkâri’de başlayarak üç yıl görev yapmış olmayı kendi açımdan bir şans ve önemli bir deneyim olarak görüyorum.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde aile mefhumunun etkisinin gittikçe zayıfladığı konuşuluyor. Aile bireylerinin çalışma hayatında olmasıyla aynı çatı altında da olsak daha çok bireyselleşme ve yalnızlaşmayı da getirmiştir. Hepimiz internet ve sosyal medyanın kuşatması altındayız. Değerlerimizi korumak ve yaşatmak, gelecekte sağlıklı toplum olarak varolmak adına önemli bir sorumluluğumuzdur. Böyle bir dönemde bırakalım çocuk ve gençleri yetişkin aile fertleri kendini kaybedebiliyor. Çocuklarımızın beslenmesine çok önem veriyoruz, öğrenimlerine çok önem veriyoruz ancak ruhsal ve psikolojik açıdan manen güçlü olmaları konusunda sanki biraz yetersiz kalmaktayız. Kendimizce onları çok sevdiğimizi düşünerek davranışlarımızda bazen aşırılıklara kaçabiliyoruz. Bir duygu ve davranışın hiç olmaması kadar aşırı düzeyde olması da olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.

Çocuklarımızı sağlam bir kişilik ve güçlü bir karakter oluşturarak büyütmek istiyorsak öncelikle onlara iyi bir model olmalıyız. Bunun için en güvenilir ve gerekli ortam aile yuvasıdır. Daha anaokulunda okumayı-yazmayı, matematik işlemlerini, yabancı dili, sporu ve müziği öğrettiğimiz önemsediğimiz kadar paylaşmayı, affetmeyi, sevmeyi, saygıyı, korumayı, doğru davranmayı, nezaketi, edep-adap kurallarımıza sahip olmalarına da dikkat etmeliyiz. Onlara karşı davranışlarımızda ve beklentilerimizde aşırıya gitmeden ihtiyacı kadar dozunda karşılıksız olarak ihtiyaçlarını gidermeliyiz. Aşırı disiplin ya da rahat ve korumacı bir yaklaşımla büyütülen çocukların yetişkin bir meslek insanı, görev, unvan ve yetki sahibi olduğunda kendi huzur ve mutlulukları yanında sonuçlarının insanlarla olan ilişkilerine yansıyabileceğini unutmamalıyız.

  • Ahmet Avcı, Eğitim Bilimine Giriş, Türdav, İstanbul, 2014, s.401
  • Hüseyin Şahin, Çocukların Psikolojik İhtiyaçları ve Anne-Babaların Beklentileri, Akademik Kitaplar, İstanbul, 2014, s. 23-29
  • https://www.yeniasya.com.tr/inci-karaman/bir-cocuk-icin-valiyi-azletti_405175
  • https://www.posta.com.tr/dogdugun-ev-kaderindir-dizisi-hangi-kitaptan-uyarlandi-gulseren-budayicioglu-kimdir-2234664

MESLEKİ EĞİTİM AFORİZMALARI

Hayaller kurulmadan hayatta beklenen değişiklikler ve güzel çalışmalar kendiliğinden gerçekleşmiyor. Bizim planımız kurgumuz dışında başkal...